Ülkenin çözüm bekleyen sorunları vardı. Siyasi partiler
seçim gününe kadar bunu anlatmaya çalıştı. Günün sonunda halkın gerçekleri
Mersin’e, Siyasi Partilerin ekserinin de tersine gittiği anlaşıldı. Sonuçlar
ortada!
Türk Siyaseti; Cahiliye dönemindeki Mekkelilerin akil adamı
Velid bin Muğire’yi oynadı. Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır:
“Düşündü taşındı,
ölçtü biçti! Kahrolası, ne biçim ölçtü biçti! Sonra yine kahrolası ne biçim
ölçtü biçti! Sonra baktı! Sonra kaşlarını çattı, suratını astı! En sonunda
sırtını dönüp gitti, gururuna mağlup oldu! Bu, dedi; olsa olsa eskilerin
sihridir! Bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir." (Müddesir:
18-25)
Genelde Ümmet coğrafyası, özelde de Türkiye Siyasi arenası;
onu oynadı.. Kardeşlerim kusura kalmasın! Türkiye’nin Cumhuriyetin kuruluşundan
günümüze kadar değişmeden hatta artarak gelen “siyasi, ekonomik ve sosyal..”
sorunları vardı. Bunlara artı sorunlar eklendi. Siyasi partiler; halkın asıl
konuşmayı yapacağı 31 Mart Pazar gününe kadar bu sorunların etrafında dolaştı
durdu. Sorunun içine girmeye kimseler cesaret edemedi veya girmek istemedi.
Tam da bu yüzden; “seçimde kazananı umut, kaybedense üzüntü
vermedi(!)” Çünkü halkın yarası taze, acısı derin de ondan! Verdiği kararı da
ağırlıklı olarak acısının ve yarasının tesiriyle verdi! Birine ceza kesmesi
lazımdı; kesti! Kestiği cezanın acısını artırmak için de pire için yorgan
yaktı! Belki de yakmadı.. Zaman gösterecek!
Neydi sorunlar?
Buna birçok cihetten bakmak lazım. Ha! Birilerinin keyfi
veya hatırı için aksi de yazılabilir ancak görülen köy kılavuz istemez.
Hatice’ye değil, neticeye bakmak da kaçınılmaz!
Söylenir ya! “Bu halk adam olamaz! Kendimizi anlatamadık!
Şunu dememiz lazımdı.. İftira tuttu… Halk, cahildir, oyuna geldi! Dış güçler..”
falan. Perinçek de “küresel güçler bizi engelliyor” deyip duruyor..
Kanaatimizce şu denmeli: “Bu halk adamdır hem de adamın
hassı! Kendimizi de anlattık hem de kusursuz ancak belki de kendimizi bir
başkası olarak anlatmalıydık fakat anlatamadık... Bir şey eksik de bırakmadık
aksine heybemizdeki her şeyi anlattık. Kimseler bize iftira da atmadı. Mal
ortada her şey gerçekti. Yani halk, bizi nasıl görünmek istediysek öyle
gördü/tanıdı…”
Belki de asıl sorun, olduğumuz gibi görünememekti… Halk
cahil de değildi. Anadolu halkı filozoftur. Halk laboratuvarı yüz yıldır
şaşmamıştır. Hep isabet etmiş, doğruyu yapmış ve konuşmuştur…
*Milli Şeflerin ret ve inkâr ve imhacı te’dip ve tenkillerle
yürüttüğü demokrasi ve seçimlerin kendisi şahittir. Tek adam, tek parti, tek
tip oy… devresini sandığa gömen Anadolu halkı değil mi? Milli Şeflerin Halk
Fırkasını, Merhum Menderes’in Demokrat Partisine kurban etmedi mi?
Bu halk; din ve değerleri… operasyona tabi tutan CHF’nin
faturasını CHP’ye de kesmesini bildi.
Esasen -hakkını teslim edelim- bu halk; sağdan ve soldan;
“derde derman bendedir..” diyen her lider ve partiye yol verdi. Onarı sandıktan çıkarmasının makul bir yolunu
hep buldu. Kimi zaman uzlaştırmasını da bildi! Ecevit ve merhum Erbakan
koalisyonunun 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı tam da budur. Demirel’in AP’si,
Mücahit Erbakan’ın Milli Nizam’ı, Refah’ı, Fazilet’i… ve nihayet Sayın
Cumhurbaşkanınınım AK Parti’si bu toleransın, o filozofluğun bir sonucuydu. Gel
gör ki -önceki yazımızda da değindik- halkın emaneti teslim ettiği Bizim
Çocuklar(!) emaneti zayi etti. Hakka ve halka rağmen işlerin peşine düştü!
Eba Müslim Horasanî’nin deyimiyle; “Onlar zararlarından emin
oldukları için; dostlarını uzak tuttular, düşmanlarını yakınlaştırdılar.
Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Herkes düşman safında birleşince
yıkılmaları mukadder oldu!"
İktidar, bugün tam da bunu yaşıyor!
Duası ve gözyaşıyla nemalandıkları Anadolu halkı -kendilerince- çantada keklikti(!) Muhafazakârın oyuyla beka buldu. Nemalandırdıklarını sekülerleştirdi; seküler sefih keskinnişancılarla mirî mera ve çayırlarda dolandı. Muhafazakârların ekseri, dertsiz ve davasız kaldı!