İnsanın hemcinslerine ve
diğer varlıklara karşı aşağılayıcı bir tavır göstermemesi, her türlü
gösterişten uzak durması tevazu kavramının basit bir tarifi olsa gerek. Tevazu
meselesini irdelemeye çalışırken salt bu tanımla yetinmek doğru olmazdı. Kur'an'a
has bir kavram olan tevazu, kibrin karşıtı olup noksan sıfatlardan münezzeh
olan Rabbimizin azamet ve kîbriyası karşısında insanın kendi acizliğinin
farkına varması, başta eşrefi mahlukat olan insan olmak üzere hiçbir varlık
karşısında büyüklük taslamaması, böbürlenmemesi, aşağılayıcı duygu ve
davranışlardan uzak durması; hülasa, sınırlarını bilmesidir.
Zat-ı Kibriya O'dur. Zira
sonsuz büyüklük ve yücelik sahibi olan Allah'tır. Ondan daha ulusunu ve
yücesini tanımamak düsturumuz ve hayat felsefemiz olmalıdır. Bu âlemde Ondan
gayrısını yüce tanıyanlar, amel defterlerinin tastamam takdim edildiği hesap
gününde yücelttikleriyle diriltileceklerdir. Aciz ve muhtaç bir varlık olan
insanın sahip olduğu zenginlik ve meta çabuk tükenir. Ancak Rabbimizin sonsuz
ve tükenmez hazineleri her zaman doludur, öyleyse sen elini çabuk tut ve
alabildiğince O'nun kudret okyanusundan almaya çalış. Aldıkça
göreceksin ki onun mülkünden hiçbir şey eksiltememişsin. Muallim
Nâci, Allah Teâlâ'nın mülkünün intihası (sona ermesi, bitmesi) ve zatının
kibriyasını anlatan dizeleriyle hakikati zihnimize nakşediyor adeta.
Bak mülküne var mı
intihâsı
Bak zihne sığar mı
kibriyâsı
Yine Edebiyatımızın
yıldızlarından Yahya Kemal, bizi yaratıp imtihan için dünyaya
gönderen rabbimizin güzel varlığını en mükemmel bir şekilde aksettiren bir ayna
olarak coşkulu gönlümüzden gayrı bir ayna olmadığı hakikatini mısralara
dökerek izah etmiştir.
Dîdâr-ı kibriyâyı kemâliyle
gösteren
Şeydâ gönülden özge bir âyîne
bilmedik.
Kibirli insanlar Kur'an'ın pek
çok ayetinde ağır bir biçimde eleştirilmektedir. Aşırı endişe ve korkuyla
karakterize edilmiş bir hâleti ruhiye içinde olup tevazu
gömleğini çıkarıp kibir libasını giyenleri Rabbimiz Allah(cc.)
Kur’an’da cehennemle tehdit etmişlerdir. Zaten iblisin Allah'ın huzurundan
kovuluşunun asıl sebebi de tevazu ve teslimiyet makamını bırakıp isyana
yönelmiş olmasından değil midir? Daha doğrusu sapıtmasını Âdem(as.)a
bağlamasıdır. Âdem yaratılmasaydı ben sapıtmazdım, demiş. Kibre kapılıp
Âdem(as.)'a secde etmeyen İblis hem Allah'a hem O'nun kullarına karşı
saygısızlıkta bulunmuştur.
İblis ve askerleri sağdan
yaklaşıp cehennemin yolunu iyi niyet taşlarıyla döşeyerek insanları
aldatmaktadır. İblis, bir yönüyle ırkçı ve vahşi batının tüm İzmleri ve çağdaş
şirk düzenlerinin fikir babalığını yapmıştır desem, herhalde abartmış olmam.
Mütekebbir ateş medeniyetinin çocukları, su medeniyetinin çocuklarına galebe
çalmak adına güçlerini birleştirerek doğuya akınlar düzenleyip İslam
beldelerini işgal etmişlerdir. Mütekebbir katiller sürüsü, katlettikleri on
binlerce Müslümanın kafatasında şarap içme cüretinde bile bulunduklarını tarihi
belgelerden öğreniyoruz.
'İslam' kelimesinin
zengin içeriğinde 'teslimiyet ve tevazu' anlamları da
vardır. Resûl-i Ekrem(s.a.v),"Allah u Teâlâ bana birbirinize karşı
mütevazi olmanızı, kimsenin kimseye üstünlük taslamamasını
vahyetti" buyurarak tevazunun Allah tarafından emredilen bir vasıf
olduğuna dikkatimizi çekmiştir. Hz. Peygamber Mekke'yi fethedip şehre
girdiğinde genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, Mekke halkı, Safa
tepesinde Resulullah'(s.a.v)'a bağlılıklarını bildiriyor ve insanlar bölük
bölük Allah'ın dinine koşuyorlardı. Biat etmek üzere yanına gelenlerden biri
O’nunla konuşmaya başlamıştı. Fakat Allah Resulü'yla karşı karşıya gelmek
ve onunla konuşmak kendisini o kadar heyecanlandırmış ki titremeye başladı.
Bunu gören Hz. Peygamber, ‘Sakin ol! Ben bir kral değilim. Güneşte kurutulmuş
et yiyen bir kadının oğluyum' diyerek tevazuun en güzel örneğini
göstermiştir.
Resulullah'ın hayatının her
karesinde tevazuu vardır. O, hastaları ziyaret eder, cenazelere katılır, fakir
fukaranın davetine icabet edip sofralarına konuk olurdu. Bir meclise girdiğinde
insanların kendisini ayakta karşılamasını istemezdi. Yaşlıların halini sorar,
çocukların yanına gider ve onlara selam verip şakalaşırdı. Efendimiz
(a.s)'in Meclisi haya, tevazu ve güven meclisiydi. Dostları arasında
sıradan biri gibi oturur, bir yabancı onu sormadan tanıyamazdı. İsraftan uzak
sade bir sofrası olurdu.
Ey kendini beğenmiş kişi!
Şunu iyi bil ki hak çizgisinde hakka ve halka hizmet etmeden yücelmezsin.
Hakikat yolunun yolcusu tevazu sahibi olur. Bu yolda büyüklük istersen
küçülmelisin kendi gözünde. Unutma, yücelik damına tevazu merdiveniyle çıkılır.
Meyveli ağacın dalı yere eğilir, akıllı insan alçak gönüllü olur.