15 Temmuz Devrimi başta İslam
alemi olmak üzere tüm dünya mazlumları için müstesna ve tarihin akışını
değiştiren bir örnek olsa gerek. Siyonizm güdümlü ABD’nin yönettiği ve bozguna
uğrayan tek darbedir aynı zamanda. Bu, Müslüman halkımızın direnişi ve
devrimidir. O gece ekmek kuyruğunda ve tanklara alkış sırasında olan
“demokratların”, günü ve bayramı asla değildir. Yanımda bu Kemalist, laik,
ulusalcı, liberal, solcu “demokratlardan” bir teki bile yoktu. Ayrıca yüzyıldır
dipçik ile sindirilmiş, gelene paşam gidene ağam diyen silik kesim de yoktu.
Aslında dindarların İslam kisvesine bürünmüş darbecilere karşı daha durağan
olması; bu ekmek ve alkış kuyruğunda olan “demokratların” ise kuyruk
acılarından da olsa direnmesi gerekirken, Müslümanın feraseti bütün planlarını
başlarına çevirdi.
O gece meydanlar tam bir turnusol kâğıdı görevi yapmıştı. Ancak sonraki
gecelerde, yalakalar, korkaklar, ikiyüzlüler, hatta FETÖ’cüler o mahir
takkiyecilikleri ile ve sırayla alanları doldururken ilk gecekileri yavaş yavaş
arka sıralara oradan da “dışarıya” attılar. Bu atış ve dışlayış hızlanarak ve
sistematik bir hal alarak halen devam ediyor.
Geçenlerde iktidardan bir
hanım vekilin bir söyleşisine katıldım. O da çok dert yanıyordu. Darbe gecesi
meydana çıkanları “sadık ve samimi” olarak tanımladı. “Kamera kayıtları
duruyor, tespit etmek çok kolay, elinizi tutan mı var?” diyecektim ki arkadaşım
elimi tutup “boş ver faydası olmaz” dedi.
Akşam bir televizyon kanalında, detayları ve görüntüleriyle mükemmel
hazırlanmış 15 Temmuz belgeselini çok dikkatlice ve not alarak izledim. Kahir
ekseriyeti sürekli tekbir getiriyordu. Birçoğu vızıldayan kurşunlara aldırış
etmeden bulduğu çeşmede abdest sırasına girmişti. Çatışmalara rağmen cemaatle
namaza duranlardan başlı başına bir belgesel çıkar. Bir ayırım için değil bir
tespit için söylüyorum; kadınların kahir ekseriyeti tesettürlü idi. Sarıklı,
çarşaflı, külahlı, sakallı olanlar adeta öncü kuvvet gibi davranıyordu. Sarığı,
cübbesi ve bastonuyla kurşunların arasında yürüyüp kaybolan dedelerin hikmetini,
tekbiri bile yanlış telaffuz eden “demokrat” ve laikler bilmez elbet. Tanktaki
askeri ikna ederken Çanakkale’ye vurgu yapıyordu kadın. Şehadeti terennüm
ederlerken lafız Bedir’den, Uhud’dan yükselircesine duru ve içtendi. Modern
silahları çıkaracak olsanız görüntüler Selahaddin ve Fatih’in film
sahnelerinden alıntılanmış gibiydi.
Türkiye’nin en büyük iletişim şirketi Türk Telekom sözde “15 Temmuz” konulu
reklam filmi yapmış. Önde ana karakterin hiçbirinde başı örtülü bir kadın yok.
Sadece onlar mı? İktidar dahil herkes devrimin adını, özünü ve yüzünü
değiştirdi. Neresini düzeltelim ki… Demokrat değil dindar, milliyetçi değil
ümmetçi, yerel değil evrensel, laik değil mukaddesata dayalı, elitist değil
halkçı bir devrim idi.
Ama değişmez kaide oldu. Çanakkale’den 15 Temmuz’a değin zor günlerinde
dindarlar bedel öder adamları ipten alır; sonra onlar koltuğa oturur dindarları
ipe götürürler. Ne dindarlar akıl edindi ne de onlar vicdan edindi. Siyaset,
ticaret, medya ve bürokrasiyi işgal etmişler adeta. Muhalefet ise tamamen FETÖ,
Kandil ve partisinin affına; o gece direnenler ile de hesaplaşmaya angaje
durumda.
İktidarınki körlük ve
sağırlık mı, strateji mi, yoksa zaten böyleydi de biz mi kördük anlayamadım. Bu
gidişle gelecek yıl bir 15 Temmuz yazısı yazamayabiliriz. Maazallah gelirlerse
yazdırmazlar, hatta darağaçları bile kurabilirler. O gün de yine bugünün
yanıkları, dertlileri bedel öder merak etmeyin. Yani ilk gece çıkanlar…
Parasına para, makamına makam, havasına hava katan suspuslar; rahat olunuz.