Yılların PKK’sı, uluslararası dengelerle örülü karmaşık bir yapı, birkaç ay içinde kendini feshetti. Gerçekten de bu kadar kısa sürede böylesine köklü bir dönüşümün gerçekleşmesi şaşırtıcı değil mi?
Önce Devlet Bahçeli'nin çağrısı geldi. 22 Ekim 2024’te yaptığı açıklamada, örgütün silah bırakması ve tamamen feshedilmesi gerektiğini söyledi. Toplum henüz bu mesajı tam sindirememişken, İmralı görüşmeleri başladı. Peş peşe gelen açıklamalar, AK Parti-DEM temasları, Kandil’in sessizliği derken, 5-7 Mayıs 2025’te PKK’nın fesih kararı alındı.
Bu gelişmeleri izlerken, akıllara bazı sorular takılıyor. Gerçekten bu sürecin bu kadar hızlı gelişmesi tesadüf müydü? Yoksa daha önceden planlanmış bir senaryonun adım adım uygulanması mıydı? Elbette bir senaryo var!
PKK, onlarca yıldır süregelen silahlı mücadelesiyle varlık gösterdi. Ancak artık eylem yapamaz hale gelmişti. Türkiye’nin diplomatik hamleleri, teknolojik üstünlüğü ve bölgesel gelişmeler örgütü sıkıştırmıştı. Silahlı mücadelenin artık bir çözüm sunmadığını Kürt toplumunun büyük bir kesimi fark etti. Halk yönünü siyasete çevirdi. Ancak örgüt siyasetin önünde de büyük bir engel idi. Hep dayatmalarda bulundu. Halk bu durumdan bıkmaya başladı. Yeni arayışlara girdi. Bölgede HÜDA PAR alternatif bir oluşum olarak alttan alta geliyordu. Bu durumu gören örgüt, Öcalan’ın sunduğu demokratik konfederalizm fikrini, yeni bir yön arayışı ve siyasi çıkış olarak benimsedi. Bahçeli ve hükümet de bu fikirden istifade ederek örgütü bitirmek için işbirliğine gitti. Sonunda iş gelip örgütün feshi ile sonuçlandı.
Fakat ilginç olan şu: Örgüt içinde bu fesih kararına ciddi bir muhalefet yükselmedi. Avrupa’daki yapılanmalar sessizdi. Irak ve Suriye’deki gruplardan da itirazlar gelmedi. Bu durum akıllara iki ihtimali getiriyor: ya PKK içindeki hiyerarşi çok sıkı. Karşı çıkanlar susturuldu ya da baskı altına alındı yahut karar, örgüt üyelerine danışılmadan büyük aktörler arasında alındı.
Her iki ihtimal de örgüt içinde bu meselenin önümüzdeki dönemde yeniden gündeme geleceği aşikardır.
PKK’nın feshi, yalnızca örgüt içi dengelerle değil, uluslararası ve bölgesel değişimlerle de bağlantılıydı. Türkiye’nin İHA ve SİHA teknolojisi, örgütün hareket alanını iyice daralttı. ABD ve Avrupa’nın PKK’ya verdiği destek zayıfladı. Ortadoğu’daki yeni denklemler, örgütü yalnız bıraktı.
Kısacası, PKK siyasi ve askeri olarak bitme noktasına geldi ve çıkış yolu olarak siyasi mücadeleyi seçti. Öcalan’ın demokratik konfederalizm fikri, bu dönüşümün teorik çerçevesini oluşturdu. Ancak bu fikrin gerçekten uygulanabilir olup olmadığı zamanla görülecek.
Bu süreç, bir dönemin kapanışı mı, yoksa yeni bir mücadele biçiminin başlangıcı mı? Önümüzdeki yıllarda, özellikle bölgedeki gelişmelere bağlı olarak, bu sorunun cevabını daha net göreceğiz. Her hâlükârda silahların susması, siyasetin önünün açılması ve bölgemizin huzura kavuşması büyük bir kazanımdır. Ancak, bu kazanımın kalıcı olması için sürecin dikkatle yönetilmesi gerekmektedir.
Bu fırsatın heba edilmemesi adına yapılacak çalışmalar titizlikle sürdürülmeli, halkın süreci tam anlamıyla kavrayabilmesi için şeffaf adımlar atılmalıdır. Kararlar, sadece kapalı kapılar ardında alınmamalı; kamuoyunu manipüle etmeye yönelik girişimlere fırsat verilmemelidir.
Ayrıca Kürt toplumunu bu yapıya mahkûm edecek yaklaşımlardan kaçınılmalı, çözüm sürecinde yapılan hatalar tekrarlanmamalıdır. Adil ve kapsayıcı bir sürecin inşası için herkesin katkı sağlaması şarttır.
Böylece hem bölgesel huzur sağlanabilir hem de uzun vadeli bir barış sürecinin önü açılabilir. Bu kritik dönemde atılacak adımların, geleceği şekillendireceği unutulmamalıdır. Bir yüzyılımızın daha heba olmasına fırsat verilmemelidir