Kendimizi değiştirmeden, değişime kendimizden başlamadan, fert ve toplum olarak içinde bulunduğumuz kötü durumun farkına varıp silkinmeden, Müslüman bir toplumun ve gençliğin inşası için çaba sarf etmeden ne kendimizin ne de ümmetimizin kaderi üzerinde hiçbir etkimiz olmayacak. Her gün, her saat bağırıp çağırsak da düşmanlarımıza öfke kusup intikam yeminleri etsek de bu çırpınış ve arzularımız sadece hayal ve rüyalarımızda düşmanlarımıza, ümmetin düşmanlarına zarar verebilir…

Biz hastayız; manen hasta… Ruhlarımız hasta… Duygularımız ölümcül bir hastalığın esiri… Hastalık tüm hayatımızı, hayatımızın her anını sarmış durumda… Ahlakımıza, aklımıza, aile hayatımıza, sosyal ilişkilerimize, ticaretimize, düşünsel dünyamıza, siyasi tercihlerimize bizi her geçen gün daha büyük bir yıkıma götüren bu korkunç hastalık hâkim…

Ama hasta olduğumuzu kabul etmiyoruz… Hastalığımızı teşhis edip tedavi öneren âlimlerimize, aydınlarımıza, feraset sahibi insanlarımıza gülüp geçiyor, asıl hasta olanların onlar olduğunu düşünüyoruz. Hastalığını kabul etmeyen bir ferdin, bir toplumun iyileşme şansı var mı?

Hastalıklarımız o kadar çok ve çeşitli ki, hangisini sayabilelim…

En büyük hastalıklarımızdan biri tefrika, kardeşler arası nefret, hoşgörüsüzlük, haset, küçümseme, din kardeşimizi kötü gösterme hırsı, düşmanın zehirli oklarıyla Müslümanın kalbini hedef alma…

Yalan yanlış haberlere, düşmanın algılarına, iftira kampanyalarına öyle büyük bir zevk ve hırsla dalıyoruz ki… Bakın sosyal medyaya… Müslümanların, Müslüman etiketlilerin paylaşımlarının ekseriyeti birbirleriyle ilgili, birbirlerinin aleyhindeki algı ve iftiralarla ilgili… İslam düşmanları karşısında paramparçayız… Sohbetlerimizin, tartışmalarımızın çoğu iç ihtilaflarla ve birbirimize yönelik suçlamalarla alakalı…

Ya ahlaki çöküntü… İman, ibadet ve ihlas fakiri olduk adeta… Dillerimiz çok laf yapıyor ama amellerimiz bakir, susuz, kurak bir tarlada yetişen ekinler gibi… Dini hassasiyetlerimiz o kadar aşındı ki… Münkerat, günah söz ve eylemler, ifsat edici davranışlar biz çoğu dindarın gözünde bile hayatın normal gerçekleri arasına girdi. İyiliği emredip kötülüğü men etmek isteyenlerimize deli gözüyle bakıyoruz.

Ya bilgi, kitap, okuma… Bunlar lüks oldu. Okuma kültürümüz tarihe karışmak üzere… Olayları anlama, sorgulama, değerlendirme, sağlıklı çıkarımlarda bulunma kabiliyetimizi yitirdik… Aklımız başkalarının ipoteği altında… Onlar bizi yönlendiriyor, dost ve düşman seçme konusunda da akıl hocalarımız onlar… Dini hiçbir kaygı ve hassasiyetleri olmayan, çıkar gruplarının kontrolündeki falan kanal, falan site, falan gazete siyasi ve kültürel hayatımızın efendileri oldular.

Emperyalist güçler toplumun ekseriyetinin hassasiyetlerini törpülemeyi başarmış durumdalar. Ümmetin, Müslümanların, İslam’ın, mazlum halkların geleceğiyle ilgili kader belirleyici meseleler halkın çoğunun ilgi alanına bile girmiyor. Bu konuda endişe sahibi olan biz az bir kesim ise gece gündüz dövüş horozları gibi birbirimizle didişip duruyoruz. Düşmanlığımızı ana düşmanlarımız, asıl düşmanlarımız olan Batılı emperyalist güçlere değil birbirimize yöneltiyoruz.

Oysa o kadar çok düşmanımız var ki… Altımızı oymak isteyen o kadar çok iç ve dış düşman var ki… Ve vurun abalıya misali hep birlikte saldırıyorlar… Söz konusu İslam olunca, Müslümanlar olunca, İslam ümmeti olunca aralarındaki tüm ihtilaf ve düşmanlıkları bırakıp birleşiyorlar. Birleşebiliyorlar…

Birleşmeye, vahdete, kardeşliğe, hoşgörüye, iş birliğine, güç birliğine, affa, ayıpları örtmeye, asıl düşmana yoğunlaşmaya biz onlardan daha layık değil miyiz?