0

Bediüzzaman Said Nursi bizlere musibeti anlatırken söze şu cümlelerle başlar : “Musibet cinayetin neticesi (yani günahımızın neticesi), mükâfatın mukaddemesidir (rahmetin müjdecisidir)” diyerek günahlarımızın karşılığı olan musibetin, aynı zamanda sabrımızı ölçen bir imtihan vesilesi de olduğunu bildirir.Bedîüzzaman Hazretleri, Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâm’ın hastalığını tahlil ettiği İkinci Lem’a’da da, insanoğlunun başına gelen musibet ve hastalıkları, belâ ve sıkıntıları, hafif veya ağır acıları ve yaraları ele 

alır ve kader cihetiyle bunların altında yatan hikmetlere ışık tutar. 
Bilindiği gibi Eyyûb Aleyhisselâm pek çok yara bere içinde epey müddet 
kaldığı halde, o hastalığın büyük mükâfatını düşünerek, tam bir sabır
çağlayanı olmuştu. Yaralarından doğan kurtlar zikir yeri olan diline ve 
kalbine iliştiği zaman kulluğuna zarar geleceği düşüncesiyle, kendi 
istirahatı için değil;Allah’a kulluğunun selâmeti için, “Ya Rab! Zarar bana dokundu. Lisanenzikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor” diye duâ eder. Cenâb-ı Hak da onun halis, safi, garazsız ve sırf Allah için yaptığı duâsını harika bir surette kabul eder, ona şifa verir ve âfiyet ihsan eder.

Musibet denince bizim aklımıza gelen ilk şey, muhakkak ki Üstadımızında Lem’a’larda bahsettiği Hazreti Eyyub’un bu kıssası akla gelir. Ama bizim bahsedeceğimiz musibet böyle bir musibet değil. Peki, hangi musibettir diye soracak olursanız, bizim bahsedeceğimiz musibet "Şeair-i İslâmiye’ye" yapılmış olan saldırıların bir bela ve musibet oluşuyla alakalı olan musibet türüdür. Şimdi diyeceksiniz ki İslam’ın Şiarlarına yapılan saldırı ve hakaretler nasıl musibet olarak değerlendirilir. Musibet ve belanın nasıl anlaşılması gerektiğini, Sahabe nesli ile bizlerin algılayışlarındaki en temel farkı anlatacak bir örnek vererek sizi 1400 sene öncesine götürüyoruz;

 Hz. Ömer döneminde sahabi hanımlarından birinin çocuğunun, başına bir kaza gelir ve yaralanır. Biri; vâ müsibeta / vay başımıza gelen musibet diye haykırarak sahabi hanıma bu olayı haber vermek ister. Heyecanla hanımın yanına varan bu insanı teskin etmek, yine Hz. Peygamber’in terbiyesinde yetişmiş hanım sahabiye düşer ve sorar: “Ne oldu? Ne bu hal? Neymiş bu büyük musibet? Düşmanlar İslam topraklarına mı saldırdı?” Denilir ki: Hayır. “Müslümanların halifesi mi öldürüldü?” Denilir ki: Hayır. “İslam’ın mukaddesatları ayaklar altına mı alındı?” Denilir ki: Hayır. “O zaman ortada musibet adına bir şey yok demektir.”

Demek ki Sahabe ’ye göre en büyük musibet İslam’ın mukaddesatlarının ayaklar altına alınmasıdır. Onlar Allah’tan kendi nefislerine gönderilen her türlü bela ve musibetin bir rahmet olduğu bilinci ile hareket ediyorlar ve ortalığı velveleye vermeyi akıllarından bile geçirmiyorlardı. Ve bu tür musibetler onları yerlerinde oturtmayıp, bilakis onların uykularını kaçırıyordu.Kendilerinden sonra gelen haleflerine ise İslam’ın mukaddesatlarına herhangi bir saldırıda olduğu takdirde nasıl bir kamet sergileneceğini gösterip ve bu konuda Usve – i Ahsen oluyorlardı.

Daha dün; ‘’Toplumsal Kabus Namus’’diye pankart açıp Namus mefhumunu ortadan kaldırmaya çalışan zavallı zihniyet hatırlayacak olursak onla yetinmemişti. Ve daha sonrasında kadim geleneğimiz olan çarşafa da aynı hakareti edip çarşafın çağ dışı olduğunu, özgürlüklerinkısıtlayıcısı olarak göstermişti. Bu gün ise; ‘Em jin in, ne namusa tu kesi ne' yani ‘Biz kadınız, kimsenin namusu değiliz’ diyerek Hz Muhammed'in “Kadınlar size Allah'ın emanetidir” hadisine savaş açmışlardır. Aziz Müslüman Kürt halkına sahabenin sorduğu gibi tekrardan soruyorum Allah rızası için : “İslam’ın mukaddesatları ayaklar altına mı alındı?” cevabınız evet ise, o zaman büyük bir Musibet vardır demek…

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *