11

Yaşantıların, düşüncelerin çarpıklaştığı; düzen ve değerlerin alt üst olduğu; tüketime endeksli haz ve hız çağından en çok da nasibini alan, kavramlar olmuştur. Kavramlar ya tepetaklak edilerek ya da bağlamından uzaklaştırılarak içleri boşaltılıyor, bizden çalınıyor. Maddeci yaşantı ve düşünce tarzının bizden çaldığı kavramlardan biri de fedakârlıktır.

Feda olmak, feda etmek, fedakârca davranmak… Bu çağın kalbi çoraklaşmış insanının, kalbine ruh verecek, kurumuş kalpleri yeşertecek yağmurdur fedakârlık. Dünyanın kirli ve paslı prangalarına esir edilmiş insanın, kurtuluş anahtarıdır fedakârlık.

Fedakârlık bir amaçtan, bir idealden doğar. Ufku daralmış, ideal fukarası insanlar fedakârlık edemezler. Eğer bir yerde bir amaç var ise, bir ideal ve bir dava var ise orada fedakârlık olmazsa olmazdır.

Çünkü her ideal, her amaç ve her dava uğrunda fedakârlık etmeyi ister. Çünkü fedakârlık bir yönüyle samimiyetin ölçüsüdür. Hele de bu dava İlahi bir dava ise, hele de dava Allah’ın davası ise, fedakârlık bu davanın eşiğidir. Davanın bahçesine girmek için, önce fedakârlık kapısından geçmek gerek.

Çünkü dava fedakârlık ister; karşılıksız, dünyalık menfaat ve kaygılardan uzak bir şekilde feda etmeyi ister. Hele de söz ettiğimiz İslami dava ise bu davaya “adam” olanlar, “dava adamı” olanlar, “davetçiler” yani davanın sahibi ve dellâlı olanlar mutlak surette fedakârlık etmelidirler.

İslam davasının her merhalesi bir imtihan basamağıdır. Her merhale kendine göre özellikler taşıdığı gibi, fedakârlık da ister. Yeri ve zamanı gelince candan, maldan, zamandan feda etmeyi ister. Bu aslında İslam davasına sahip çıkmanın, davada yok olmanın, yani “fena fil dava” olmanın gerekliliğidir.

Dava sahipleri için zaman, mekân ve şartlar değişse de değişmeyen şey dava için feda etmektir, fedakârlık yapmaktır. Başarıya ulaşmış, kitlelere yön vermiş, zamana mührünü vurmuş hiçbir hareket yoktur ki, uğrunda fedakârlık edilmiş olmasın.

İslam davasının bugüne gelmesi de, bizden öncekilerin gösterdikleri fedakârlıklar ile olmamış mıdır? İslam davasını yarınlara miras bırakmak için, hapsedilmeyi halvet, sürgünü hicret, öldürülmeyi şehadet bilmişler.

Allah Resulü, sahabe-i kiram ve gelmiş geçmiş bütün İslam önderleri bu bedelleri boşuna ödememişlerdir. “Bu dava için değil otuz yıl, üç yüz yıl olsa feda edilmeye değer” diyen Zindanın Piri, bizlere bir şeyler anlatmak istiyor.

Bize diyorlar ki, “Aziz İslam davasını omuzlamanın bir bedeli var, bunu kabul etmek lazım. İslam davasını dellâlı olmak, bireysel olarak bazı şeylerden yoksun olmayı, bazı zorluklara ve zahmetlere katlanmayı gerektirir. Çünkü yaşanan zorluklar, çekilen zahmetler, yaşanan mahrumiyetler, o İslam davasının fiyatıdır.”

Evet, İslam davası ucuz değildir. Bir karşılık ister, bedel ister, feda etmeyi ister.

Ryan Reynold

0 yorum

FİKRİNİZİ BELİRTİN

Zorunlu alanları doldurunuz *