Kürt coğrafyasının Türkiye’de kalan,
özellikle Güneydoğu diye isimlendirilen yer, zifiri karanlık günlerden
geçiyordu. 90’lı yıllar denilen o demlerde, Kürt meselesinin ulusalcı
çözümcüleri ile Ümmet eksenli davetçiler arasında kıyasıya bir mücadele vardı.
Ulusalcılar savaş hukukunu ihlal ediyor; kadın, çocuk, yaşlı ve dahi bebek
demeden katlediyor, “Ümmetin Yetimleri” diye vasıflandırılanlar ise mütevazı
imkânlarla, Ümmet sancağının yere düşmemesi için Mute’dekine benzer bir çaba
içerisindeydiler.
Suriye sınırına yakın İlçe’de de durum
yukarıdakine benzer, hatta daha şiddetli bir durum arz ediyordu. Eskiden beri
daha çok sol ideolojinin merkezi konumunda olan İlçe, artık İslami mücadelenin
“Düşünce” merkezi olmaya hazırlanıyordu. Yakın yerleşim yerlerinde, bireysel
hicret edenler olduğu halde, bahsettiğimiz İlçede hiç kimsenin baskıya boyun
eğme ve yerini yurdunu terk etme gibi bir niyeti yoktu. Yerinde kal prensibinin
hemen hemen tavizsiz uygulandığı “Düşünce” merkezindekiler de bu ağır yüke
karşılık gelecek bedeller ödüyorlardı.
Zihinler bu ağır bedelleri kaydediyor ama
tarih hepsini yazmıyordu. Belki o zamanın mücadele ortamında pek de görülmeyen
bazı olaylar vardır ki, insanın nutkunu durduracak cinsten idiler. İşte bu
günkü gündemimiz tarihe geçmeyen bir olayın kaydını oluşturmaya yöneliktir.
Ailenin babası, Ümmetin bölgedeki
yükünün bir kısmını omuzuna almış, Abdullah bin Revaha’nın, Mute meydanında
bağırarak feda ettiklerinin hepsini feda etmeye hazırdı. Tarihler 1992’nin 26
Haziran’ını gösterdiğinde, Silvan’ın Susa köyünün camisi acımasız bir olaya
şahitlik etmişti. Ulusalcı zihniyetin temsilci taşeronu PKK, Camideki 10 kişiyi
şehid etmiş, 5 kişi de yaralanmıştı. Nedendir bilinmez ama mezkûr köyün adı,
yeni doğan kız çocuklarına isim oluyordu.
O günlerde bahsettiğimiz aileye katılan
kız çocuğuna da Susa ismi verilmişti. 9 veya 10 aylık Susa bebek; simasına ara
ara düşen gülüşün verdiği nazeninlik ve bir ceylanın ürkekliği ile etrafına
diktiği gözlerinden, masumiyet fışkırıyordu.
PKK’nin bölge genelinde uyguladığı
ambargo ve boykot kararları, nispeten burada da hissediliyordu. Anne
çocuklarıyla bir başına kalmıştı. Çünkü tam da evin karşısında, güvenlik
kuvvetlerince ortaya çıkarılan ve itirafçılar tarafından zikredilen bir
sığınaktan, 24 saat babanın eve gelişini gözleyenler, suikast için tetikte
bekliyorlardı. Bu nedenle baba eve gelemez olmuştu. Anne, bütün aileye
getirilen ve bazen sadece bir kutu zeytinden oluşan menüyü, ekmeğe katık yapıp
çocuklara yedirmektedir. Bu nedenle kendisinin Susa’ya emzirecek sütü kesilmeye
başlamıştır.
Oysa Susa daha bir bebektir.
Nazenindir, ceylan gibi ürkektir ve bütün aileyi ısıtacak güzel bakışlıdır.
Fakat annenin sütü kendisine yetmemektedir. Her gün bir veya birden fazla
şehidin verildiği, karşı tarafın sokaklarda devrilen militan veya milislerinin
olduğu bir zaman diliminde, eve gelen bir kutu zeytin, diğer çocukları ve
anneyi ayakta tutmasına rağmen, Susa’yı gıdasız bırakmakta idi.
Baba ise mücadelenin tam ortasında, ağır
bir tifoya yakalanmış, ölümcül saatler yaşamaktadır. Anne bir şeyler
sezinlemekte ise de çaresizlik kendisinin elini kolunu bağlamaktadır. Her gece
yatmak için çocuklarını alıp, komşu akrabalarının evine gitmekte, bodrum
katlarında çocuklarıyla birlikte yatmakta (Bu durum 3 yıl sürmüş), orada biri
iki lokma yese de, Susa hala gıdasızdır. Akşam olunca evden ayrılıp daha
güvenli bodrumlarda yatmaya giden ve kucağında bebek ile etrafındaki 4-5 çocuğu
gören komşular, annenin bu haline ağlıyorlarmış.
Ateş düşüklüğü yaşayan Susa, bazen
de ateşlenmekte, artık benzi beyazımsı bir sarıya çalmaktadır. Belirtiler
sıklaşınca doktora gitmekten başka bir çare yoktur. Anne diğer çocukları
bırakıp gidemediğinden, dayısının hanımı Susa’yı kucaklayıp götürmüştür. Acı
haberi doktor yengeye iletmişti. Gıdasız kalan Susa’ya verilecek gıda ve
takviyeleri acilen yedirmeleri gerekmektedir. Fakat minik Susa’nın ceylan
gözleri, eve getirildikten bir süre sonra kapanmış ve bir daha açılmamıştır.
Hastalığından daha yeni yeni kurtulan
baba eve gelmiş ama Susa’nın cansız bedeni ile karşılaşmıştır. Komşu teyze
kendisini teselli etmesine rağmen, Susa’nın masum yüzü gözlerinin önünden
gitmiyormuş. Bir dava adamının bu şekilde ağlamasını normal karşılamayan komşu
teyze, kendisini teselliye başlamış. Baba; “Teyze ben sadece Susa için
ağlamıyorum. Doğrusunu istersen tam olarak neden ağladığımı da bilmiyorum.
Sadece içimde engel olamadığım bir duygu patlaması var” diye cevap verebilmiş.
Acıdır ki kendi kızının cenazesine katılmayan baba, İslam’ın ağır yükünün
gerektirdiği işlere koşturmaya başlamış.
Acınızı tazelemek gibi olmasın ama başınız sağ olsun Susa’nın annesi. Ve de
başınız sağ olsun Susa’nın babası; M. Salih.
0 yorum