30 sene önceydi. Muzip bir talebe fakültedeki panoya
“merhumların son sözleri” diye bir yazı asmıştı. Tabi merakla okumuştuk. Birkaç
tanesi şöyle idi:
“Yok yok bu kabloda elektrik yok, o yüzden ucunu elimle
bükebilirim..”
“Bu yılanı belgeselde görmüştüm, tamamen zehirsiz, o yüzden
elime alabilirim..”
“Arabanın hız göstergesini görüyorsun değil mi, bak şimdi..”
“Tamam, onlarla kan davamız var ama o işler eskide kaldı,
gelsin ya ne olacak..”
Tabi bunların gerçek ve acı olanlarının her gün paylaşıldığı
sosyal medya o zaman yoktu.
Mesela Malatya’da ilk depremden sonra binadaki hasarı
çekerken ikinci depreme yakalanan şahsın son sözlerinin “Bismillah” olduğunu
dehşetle izlemişti dünya.
Daha ibretlik olanları da var elbette. Bir vakit, gazetede
çıkmış şu ilginç haberi siz de görmüşsünüzdür. Guatemala denilen ülkede uçan
Türk pilot, uçağın kontrolünü kaybediyor. Düşen uçakta pilotla beraber birçok
ölü var. Uçağın karakutusu çözülüyor. Pilotun son sözleri ilginç: “Neydi o,
neydi o, neydi o..” Yani kelime-i şehadeti hatırlamaya çalışıyor, ancak o anda
bir türlü aklına gelmiyor.
Nevzat Tarhan Hoca: “Bir insan risk almıyorsa, korkuyorsa,
sınırlarını zorlamamış, sabrını denememiş ise, yaşadığı hayat ona ait
değildir." diyor. Risk almaya, sınırları zorlamaya eyvallah da Üstadın
hatırlattığı gibi: “İnsanın vücudu taştan, demirden değil, belki daima
ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir.” Yani bir yanda da
emanetin ağırlığı var.
Aslında kayıp, zarar, hüsran gibi tüm olumsuz sonuçlar,
kullarını korumak için merhamet eden Hak Teala’nın gösterdiği yolu, gaflete
dalan insanların hafife almasının neticesidir.
Haliyle kişi risk alacaksa, bunu fıtrata karşı değil,
nefsinin heva ve hevesine karşı, şeytan ve dostlarına karşı planlamalıdır.
Örneğin bir Müslümanın beş vakit namazını kılmaması risk almak değil, düpedüz
dünyasını da ahiretini de mahvetmesidir. Ondan istenen şey; dünyevi meşru
kazançlar da dâhil, müstehap/mendup olan bir amel, bir hayır, bir yüce makam ve
bir azimet için bir şeylerden vazgeçmeyi denemesidir.
Bireyin atıldığı macera iyi bitmese de nihayetinde etkisi
sınırlıdır. Ancak yönetimde durum tam tersine olduğu için Hz. Ömer(ra), kendi
yerine oğlu Abdullah’ı(ra) halife tayin etmesini teklif ettiklerinde “Bir evden
bir kurban yeter” demiştir.
“Dinin hükümleri başımız üstündedir, ancak dünya
piyasalarıyla içiçe geçmiş günümüz ekonomisinin karmaşık değişkenleri için
faizi, zorunlu bir seçenek olarak görüyoruz” derseniz, bunun herhalde güllük
gülistanlık bir akıbeti olmaz.
Devlet, vergileri filan yükseltemez mi, tabi ki yükseltir.
Yalnız vergilerden önce faizler yükseltilmişse, halkın engin hoşgörüsü değil,
çaresizce yutkunması, başka zorlamalara davetiye çıkarır.
Savurganlığı bütün boyutlarıyla ele alıp mücadele ederek
dinin iktisat emrini, yoksul ile varlıklı arasındaki uçurumu azaltacak zekat
emrini, hakkı verilen bir irşad faaliyeti ile ticaretteki ahkam, fazilet ve
ahlak emrini ve diğer “hayat veren çağrıları” uygar, laik, Kemalist bir sisteme
yakıştırmadığınız zaman bunun da herhalde varacağı yer sahili selamet değildir.
Ekonomisiyle, eğitimiyle, adliyesiyle vs. devlet yönetmenin
kolay olmadığı belli, “bunları seçerek bu tabloyu siz istediniz” diyenlere
bolca malzeme verildiği de belli. Fakat yarınlarda bugünün tarihini okuyacak
olanlar, şunu der mi o belli değil: “Veda etmeden önce son yaptıkları iş,
bizzat devlet eliyle yapılan ve aklı mantığı zorlayan zamlar oldu.”
Neyse biz yine niyaz ile bitirelim. Nasıl dua etmişti Hz.
Ebubekir Sıddık(ra): “Allah’ım! Ömrümün en hayırlısı, ömrümün sonu; amellerimin
en hayırlısı amellerimin sonu; günlerimin en hayırlısı Sana ulaşacağım gün
olsun.” (Amin)