Memleketimizde yaşanan deprem felaketinin
boyutları henüz kesin rakamlarla ortaya çıkmamış olsa da meydana gelen can ve
mal kaybının çok büyük olduğu kesindir. Evet görünen o ki bu felaket asrın
değil, dünya tarihinin sayılı felaketlerinden birisidir. Adıyaman’ın Kâhta
ilçesinde bulunan tarihi Karakuş tepesindeki dev sütunlardan birinin düşmüş
olması düşündürücüdür. İki bin yıldan beri dimdik ayakta kalabilmiş bu tarihi
sütunun yıkılmış olması bölgede iki bin yıldan bu yana bu seviyede yıkım
oluşturan bir depremin meydana gelmediğini göstermektedir. Depremin yeryüzüne
çok yakın bir tabakada meydana gelmiş olması yıkımın çok daha korkunç olmasına
sebep verdi belki. Yaşanan bu faciayı her boyutuyla maddi ve manevi
sebepleriyle konuşmak, ders almak ve alınması gereken önlemleri taviz vermeden
almak artık kaçınılmaz olmuştur.
Eski zamanlarda meydana gelen
depremlerin daha az can kaybı ve hasarla atlatıldığı bir gerçektir. O
dönemlerde mal ve can kaybının daha az olmasında çarpık şehirleşmenin olmayışı
başta gelen önemli sebeplerden biri olsa gerek. Eski yapılar ya ahşaptan ya da
taş ve kerpiçtendi. Bu mütevazi hanelerin pek azı iki veya üç kattan
oluşuyordu. Şimdiki zamanın dikey yapı modası oluşan can ve mal kaybının başta
gelen sebebidir muhakkak. Hele malzemenin yetersiz ve kalitesiz olması,
binaların muhtemel deprem riski karşısında dayanıklı inşa edilmeyişi ise
faciaya davetiye çıkarıyor maalesef.
Millet ve ülke olarak deprem
hakkında çok duyarsız olduğumuz ise bir başka acı gerçektir. Onlarca defa
başımıza gelen bir olaydan ders almamamız hakikaten çok üzücüdür. Deprem sabahı
gördüğümüz o yürekler yakan durumları birkaç gün sonra hemen unutuveriyoruz.
Her yeni bir felaket
yaşadığımızda, eski söylediğimiz ve yaptığımız şeyleri tekrarlayıp durmaktan
başka yaptığımız yeni bir şey yok. Yapıların sağlam inşa edilmemiş olmasının
tek sorumlusu olarak bir iki müteahhidi göstermek ise başka bir yanlışımız.
Yahu bu adama kim müteahhitlik ruhsatı verdi, yaptığı yapıları kim ve nasıl
kontrol etti diye sormuyor, sorumlu resmi kurum ve şahıslara dokunmuyoruz. Bir
nevi bu resmi kurumlar layüsel durumdalar.
Diğer yandan hiçbirimiz bir
yerden ev veya daire alırken bu yapıların depreme dayanıklı olarak inşa edilip
edilmediğini araştırıp sormuyoruz. Sorduğumuz tek şey, dairenin fiyatı, kaç
odalı olduğu, lüks olup olmadığı ve manzarasının güzel olup olmadığıdır.
Gerekli denetimlerin hakkıyla ve sıkı bir şekilde yapılmaması tabii ki kötü
niyetli, insafsız ve paracı müteahhide göz yummaktır ve bunu yapanlar en az o
müteahhit kadar sorumlu tutulmalıdırlar.
Her deprem sonrası
dillendirilen eksik ve hataların bir sonraki depremde tekrar ortada oldukları
ve düzeltilmediği, önlem alınmadığını görüyoruz. Temennimiz o ki, bu felaket
bir son olsun artık. İnsan kanı bu kadar ucuz ve değersiz sayılmasın.
Düşünebiliyor muyuz bu kadar can kaybı ve yıkım senelerce süren savaşlarda bile
gerçekleşmez. Hatay, Maraş ve Adıyaman illerimiz, savaşın yıllardır devam
ettiği Hama, Humus ve Halep’ten daha kötü bir manzara arz ediyor maalesef. Evet
deprem ilâhi bir ayet ve kevni bir yasadır. Bu yasa mucibince adımlarımızı
hesaplayıp atmadığımızda elbette zarar görürüz. Yani depremin kendisi değil,
onu görmemek, duymamak asıl felakettir. Hasılı kelam çektiğimiz acılar ibret
almamızı sağlasın. Aynı acıları aynı sebeplerden dolayı hep tekrar yaşamayalım
artık.