Dünya sevgisi öyle bir şey ki hükmettiği
kalpte kendisi dışında başka hiçbir sevgiye tahammül etmez. Kontrolü
altına aldığı kişiyi hakka, hakikate karşı kör eder. Dünya sevgisi hastalığına
yakalanan kişi hiçbir reçeteyle iyileşmez, onu iyileştirecek tek şey göz
çukurlarını dolduracak bir avuç topraktır. Bir bağımlı gibidir dünya sevgisine
müptela olan kişi. Onsuz yaşayamaz, ona ulaşmak, kavuşmak için her türlü
fedakârlığı yapar. Bu uğurda kural tanımaz, hak hukuk dinlemez, sahip olduğu
tüm değerleri fedaya hazırdır. Sevdasına ulaşmak için dinine, davasına,
dostlarına, değer verdiği her şeye, ahlaka, adalete sırtını dönmeye hazırdır.
Dünya sevgisi fitnesi karşısında hiç
birimiz emanda değiliz. Geçmişimize, şimdiki konumumuza, kültürel birikimimize,
var olduğunu sandığımız takvamıza asla aldanmamalıyız. Her zaman teyakkuzda
olmalı, bu fitneye müptela olmaktan Allah’a sığınmalıyız. Dediğim gibi bu fitne
nice salih insanı kaybedenlerden kılmış, seçkin toplulukları zillete mahkûm
etmiştir. Peygamberlerin dostları arasına katılmak bile onları kurtaramamıştır.
Salebe mesela… Salebe, Efendimizin
seçkin ashabındandı. Cami kuşuydu. Günün beş vakti Peygamberimizle birlikteydi.
Ama aynı Salebe gün gelecek Peygamberimizi haraç almakla, haksız kazanç peşinde
koşmakla suçlayacak kadar sapıtacak, dünya sevgisi fitnesi içinde boğulup
kaybedenlerden olacaktı.
Salebe’nin hikâyesi aslında bizim
hikâyemiz. Dünya sevgisi yüzünden Salebe’nin uğradığı akıbete uğrayan nice
insanımız var şimdi de… İbret verici bir hikâye… Herkesin bilmesi, üzerinde
tefekkür etmesi, ders ve ibret alması gereken bir olay…
Ne olmuştu da Salebe bu hale gelmişti?
Salebe cami kuşu lakabını hak edecek kadar cami, cemaat düşkünü bir sahabeydi.
Her namaz vaktinde camide hazır bulunur, en önde Peygamberimizin arkasında saf
tutma bahtiyarlığına ulaşırdı. Bir düşünün her gün en az beş defa Resulullah’la
birlikte olmak, o yüce insanın mübarek sesini dinlemek, güzel kokusunu sineye
çekmek, onunla aynı ortamda bulunmak… Ne büyük bir nimet, ne büyük bir imtiyaz,
ne büyük bir bahtiyarlık değil mi? Salebe bunların hepsine sahipti.
Çok yoksuldu Salebe, evini zor
geçindirirdi. Bir gün Resulullah’tan mal mülk sahibi olmak için dua istedi.
Peygamberimiz içinde bulunduğu durumun onun için daha hayırlı olduğunu söyledi.
Ama Salebe ısrarla Peygamber-i Ekrem’den dua istiyordu. Peygamber, Salebe’nin
ısrarına dayanamayıp ona dua etti.
Duadan sonra talih Salebe’nin yüzüne
gülmeye başladı. Zamanla küçük bir koyun sürüsü oldu. Salebe koyunlarıyla
uğraşmaktan camiyi, cemaati aksatmaya başladı. Sonra sürüsü büyüdü, Medine
dışına, bereketli otlaklara, yaylalara gitmek zorunda kaldı. Artık sadece Cuma
namazlarına geliyordu. Resulullah, Salebe’nin durumuna çok üzülüyor, “ Ah
Salebe!” diye hayıflanıyordu.
Bir gün geldi Salebe artık Cuma
namazlarına da gitmez oldu. O kadar dünya meşgalesine dalmıştı ki Cuma için
sürüsünü bırakıp Medine’ye gelmeyi göze alamıyordu.
Zekât ayetleri gelince Resulullah, İslam
devletinin zekât memurlarını Salebe’ye gönderdi. Yoksulların hakkını ondan
istedi. Ama dünya sevgisi Salebe’yi o kadar bozmuş ve saptırmıştı ki Salebe,
zekât memurlarını adeta yanından kovdu. Peygamberin gönderdiği memurları haraç
almaya çalışmakla suçladı.
Dünya sevgisi Salebe’yi bu hale
getirmişti işte. Evet, dünya sevgisi saptırır! Aman dikkat!