Zor geçen bir doğum sonrası uyuyan anne gözlerini açar
açmaz, aylardır beklediği çocuğunu görmek istediğini hemşireye iletti. Hemşire,
annesinin yanına çocuğu bıraktıktan sonra çıkıp gitti. Anne uzandığı yerden
kalkıp çocuğunu görmek için davrandı; çocuğu kucağına aldı ve yüzündeki örtüyü
kaldırınca gördüğü manzara onu dehşete düşürdü. O da ne, kulaksız bir bebek!
Ancak anne gördüğü
dehşet görüntüsüne rağmen çocuğunun yüzüne gülümsedi ve ellerini açıp Allah’a
duada bulundu. Çocuğunu bağrına basıp onu öptü ve kulağına “Nasıl olursan ol,
sen benim oğlumsun” diye fısıldadı.
Günler geçtikçe
anne oğlunun bu durumundan dolayı çok zorluklarla karşılaştı. Dost, akraba ve
komşularının, çocuğun bu durumu hakkında söyledikleri haliyle onu çok üzdü.
Bütün bunlara rağmen anne, çocuğunun yüzüne hep gülümsedi. Çocuk yürümeye
başlayıp arkadaşlarıyla oynamaya başlayınca bu sorun annenin canını daha da
sıkmaya başladı.
Bir gün arkadaşlarıyla oynarken onunla canavar diye alay
edilince, ağlayarak gelip annesine sarılması ve konuyu ona aktarmasını hiç
unutamadı. Her defasında onu çok sevdiğini söyledi ama çevrenin onun bu özürlü
haline yanlış tepkisi moralini bozmaya devam etti.
Çocuk, bu ruh haline rağmen başladığı okulda beklenmedik bir
başarı sağladı. İlk ve Orta öğrenimini çok başarılı bir şekilde bitirdi ve
önemli bir bölüm sayılan “Siyaset Ve İnsan İlişkileri” akademisine girmeyi
başardı.
Babası bir gün ünlü
cerrahlardan birine gitti ve çocuğunun bu özürlü haline bir çare olup olmadığını
sordu. Başarılı olmasına rağmen çevresinin bu duruma karşı gösterdiği olumsuz
tepkinin çocuğa ve kendilerine verdiği rahatsızlığı dile getirdi. Doktor ona,
organ nakli yapmanın mümkün olduğunu ancak bir organ bağışlayan kişiyi
bulmaları gerektiğini söyledi. Baba, organ bağışçısının bulunması halinde
ameliyat yapılmasına onay verdikten sonra eve döndü ve durumu annesine de
aktardı. Beklemekten başka bir çaremiz kalmadı dedi.
Bir iki hafta
sonra doktor çocuğun babasını aradı ve organ bağışlayan birinin bulunduğunu,
ameliyatı gerçekleştirebileceklerini iletti. Baba bu duruma çok sevindi ve
hemen doktorun yanına geldi. Konu hakkında gereken bilgiyi aldı ve organını
bağışlayan her kimse ona büyük bir hediye alıp teşekkür etmek istediğini
söyleyince doktor, bağışlayan kimsenin adının saklı kalmasını istediğini
dolayısıyla bunu açıklayamayacağını söyledi.
Nakil ameliyatı
gerçekleşti ve o canavar denilen genç, yakışıklı bir delikanlıya dönüştü. Bu
olay gencin eğitimdeki başarısına çok daha fazla katkı sağladı tabi. Öyle ki,
yabancı devletlerden birinde ülkesinin elçilik görevine getirildi.
Ama o, organ nakli
ameliyatının gerçekleşmesinden bu yana hep o organlarını kendisine bağışlayan
kişiyi merak etti ve onu sorup durdu. Kimdi bu kimliğini saklayan organ
bağışçısı acaba? Bir gün onu görebilecek miydi? Ölü müydü, sağ mıydı? Ölmüş
biri ise yakınları kimdi peki? Cevabını bulamadığı bu sorular her an onun
kafasında dolaşıp durdu ve onun peşini bırakmadı.
Kafasını kurcalayan bu soruları defalarca anne ve babasına sormuş ama buna bir cevap alamamıştı. Bağışlayanın kim olduğunu bilirse ona neler neler yapacağını hep söyleyip duruyordu. Çünkü bu olayın hayatının seyrini değiştirdiğini ve başarısını taçlandırdığının farkındaydı. Bir gün yine bu konu üzerinde konuşurlarken babası ona gülümseyerek şöyle dedi: “Şayet organını bağışlayanın kim olduğunu anlasak dahi onun hakkını ödeyemeyiz” dedi.