Cinnet sonucunda anne babasını
öldüren, karısını çocuklarını öldürüp ardından intihar eden, trafikte şerit
değiştirdi diye küfürleşmelerin ardından sopalı, silahlı kavgaya tutuşan, üniversite
okuduğu ilde intihar edenlerin haberlerinin ardı arkası kesilmiyor.
Bu tür haberleri izlerken dehşete
kapılmamak elde değil. Aynı olay ekrana ard arda defalarca veriliyor.
Zihinlerin en dibine kazınmak istenircesine...
Hele tam haber saatine denk gelen bir
akşam yemeği sofrasında lokmalar boğazımıza diziliyor. Çocuklar pür dikkat
ekrandaki acı olaya kilitleniyor, donup kalıyor. Onların ne kadar da kötü bir
çağa kaldıkları düşüncesiyle üzülmemek elde değil. Daha çocukluklarını
yaşayamadan duydukları, gördükleri yüzünden adeta yaşlanıyorlar. Elimizde
kumandayla haber değiştirmekten yemek sofrası bir mücadele sahnesine dönüşüyor.
Her an tetikte hangi uygunsuz haber çıkacak da değiştireceğiz diye bekliyoruz.
Bazen olan oluyor ve çocuklar yakalayıveriyor bu tür sahneleri. Üstelik kanalı
seçmekte seçici olmamıza rağmen bu sorunu yaşıyoruz.
Konumuza dönersek nedir bu cinnet hali ki
kişinin gözünü kara ediyor?
Tabi ki ağır bir depresyon hali.
Hayatın içindeki olumsuzlukları
kaldıramamanın, anlamlandıramamanın en üst pozisyonu.
Kısacası ruhsal direncin zayıf olması ya
da hiç olmaması...
Topluma ne oldu da direncini bu kadar
kaybetti demeyin. 100 yıllık toplum mühendisliğinin semereleri bunlar.
Batılılaşmanın alametleri...
Hani Batılılaşınca biz uzaya gidecektik
ya!
Bize öyle yutturdular Batılılaşma
hapını...
İçinde bulunduğumuz durum medya ve eğitim
sistemi üzerinden dayatılan laik, seküler hayatın yansımaları.
İnsanı İslam'dan ve onun yüce
öğretilerinden uzaklaştırdığınızda onun hayatının anlamını da çalmış olursunuz.
İslam'ın yerine alışveriş, futbol, eğlence, müzik, filmler, cinsellik,
yeme-içme gibi alışkanlıkları yüce gayelermiş gibi pompaladığınızda bunların
hiçbiri insanın ruhunu doyurmaz, aksine açlığını arttırır.
Artan açık sayesinde ruh direncini yitirir,
sorunlar karşısında bağışıklık gücü zayıflar ve kişi kolayca depresyona girer.
Cinnet hali ise ağır sorunlar karşısında onun için kaçınılmaz hale gelir.
Toplum hem beden hem de ruhtan oluşan bir
yapıdır.
Toplumun bedenini yollar, binalar,
hastaneler, parklar gibi maddi yapılar oluşturur. Siz istediğiniz kadar maddi
yapıları en güzel şekli ile organize edin. İnsanların hayat standartlarını en
üst seviyeye çıkartın, toplumun ruhuna yatırım yapmadıktan sonra o toplumun
ahlaki ve ruhsal çöküşünü durduramazsınız. Öyle olur ki ruhu çöken her fert
kendisiyle birlikte o maddi yapıları da yıkacak, tarumar edecek birer saatli
bombaya döner.
Toplumun ruhuna hayat verecek olan,
verdiği hayatı koruyacak olan İslami yaşam biçimidir. İslam'ın her şeye yön
verecek şekilde hayatın tam merkezinde olmasıdır.
AK Parti iktidarı tam 20 yıldır toplumun
bedenine yatırım yapıyor. Hastaneler, yollar, köprüler, İHA’lar, SİHA’lar
derken bayağı bir yol kat ettiler. Tabi tarım ve ekonomi politikalarındaki
sakatlığı saymasak. Fakat toplumun ruhuna yatırım yapılmadı. Toplumu İslam'dan
ve onun öğretilerinden uzaklaştıran, seküler ve ahlaksız hayat biçimini
pompalayan lağım muslukları kapatılmadı. İnsanların İslami yaşam biçimine
yabancılaşmasını sağlayacak her türlü yayın ve organizasyonun önü açık kaldı.
Eğitim sistemi İslami değerleri aşılayacak şekilde dizayn edilmedi.
Yüce Allah Rad: 28'de 'Kalpler yalnızca
Allah'ın zikriyle sükun bulur' diye belirtiyor.
Topluma aşılanan seküler hayatın
etkisiyle Allah'ın dininden uzaklaşan fertlerin ruhu fırtınalara yakalanıyor.
Çünkü insanın ruhu Allah’tan bir cüzdür. O'na aittir. O'ndan gelmedir ve O'nu
arzulamaktadır. O'nsuz yapamamaktadır. Yine O'na dönecektir. “Kal u Bela”da
verdiği misakın sorumluluğunu ta derinden her an hissetmektedir. Tüm derdi
aslında O'nu arayışıdır. O'ndan kopartan her şey insanın felaketidir. Çünkü
hayatın anlam ipi kopmuş demektir.
Bediüzzaman, 'Kötülüğü engellemek iyiliği
anlatmaktan evladır' diyor. İnsanı Yüce Rabbinden kopartan unsurlarla mücadele
etmek elinde yetki bulunduran yöneticiler için emri bil maruf yapmaktan daha
önceliklidir.
Ömer b. Abdulaziz Valisini ziyaret
ettiğinde onun dünyaya daldığını görüyor ve diyor ki 'Allah'ın Resulü (sav) mal
yığmak için gönderilmedi, hidayet önderi olmak için gönderildi'
Bu sözü ile bir yöneticinin öncelikli
hizmetinin toplumun hidayeti için çalışmak olduğunu belirtiyor. Bunun birinci
basamağı da ancak toplumu ifsad eden her türlü unsurla mücadele etmektir.
Bununla birlikte insanları Allaha yaklaştıracak çalışmalar yapmaktır.
Toplum cinnetini yaşarken kendisinin
elinden tutacak hidayet önderlerini bekliyor.
Şuan bu meşaleyi yakan tek siyasi
organizasyon HÜDA PAR'dır.
HÜDA PAR'ın gösterdiği ufukta hidayet
vardır, adalet vardır, hürriyet vardır, insaniyet vardır...