Dünya savaşının sona ermesi üzerine Filistin’deki yerli halka karşı ağır şiddet eylemleri gerçekleştirilmeye başlandı. Sağ ve sol görüşlü Siyonist katiller, Filistinli Müslümanlara karşı ağır baskı uygulamaya başladılar. Yüz binlerce Filistinli yaşadıkları bölgelerden sürülerek, çok zorlu şartlar altında mülteci kamplarında yaşamaya zorlandılar. israil, Filistinli Müslümanlara ait sayısız meskeni yerle bir ederken diğer yandan su, yiyecek ve ilaca ulaşmalarını engelleyip tedavi olma haklarını ellerinden almaktadır. İnsan hakları savunucuları geçinip demokrasi havarisi kesilen batılı devletler, israile silah ve lojistik destek sağlayarak cinayet ve soykırım suçuna doğrudan ortak olmaktadırlar.
Haziran 1982’de israilin Lübnan’ı işgal etmesinden önceki gece terörist Begin, kabinesindeki bakanlara hitaben yaptığı konuşmada: “...Hepimizin ne sıkıntılar içerisine girdiğinin farkındasınız. Ancak israilde bu bizim kaderimiz. Kendimizi düşünmeden, fedakârca savaşmaktan başka çaremiz yok…”
Begin’in yürüttüğü politikaları onaylamayan israilli yazar Amos OZ, Lübnan’ın israil tarafından geçmişte bombalanmasından sonra Begin’e yönelik eleştirilerinde şöyle yazmıştır:
“Hitler, içlerinde sizin ebeveynleriniz ve aile fertlerinizin ve benim de ailemin bulunduğu Yahudi halkının tamamının üçte birini yok etmiştir. Her bir Yahudi gibi ben de Hitler’i kendi ellerimle öldürememiş olmanın derin acısını duyuyorum. Ruhumuzda açılmış bu yaranın kapanması olanaksızdır. Bay Begin, Adolf Hitler öldü. Maalesef ama gerçek bu: Hitler, Nabetea'da, Sidon'da ya da Beyrut’ta bir yerlerde saklanmıyor. O öldü ve gitti. Bay Begin, ısrarla yineliyorum, halkın gözünde, Hitler’i diriltmek adına tuhaf bir eğilim içine girmiş gibi görünüyorsunuz ki terörizm namına onu her gün tekrar tekrar yok etmek arzusu, yalnız şairlere yaraşacak bir melankolinin eseridir, ancak hükümet liderleri için bu, ölümcül tehlikelerle dolu yollara sürükleyecek riskler taşımaktadır."
1982’den 2024 yılına tamı tamına 42 yıl geçti, Filistinlilere yapılan sistematik zulüm ve soykırım hız kesmeden devam ediyor. israil, ali menfaatleri uğruna Filistin ve Gazze’yi yerle yeksan ettikten sonra askeri gücünün önemli kısmını Lübnan sınırına yığıp günlerdir Beyrut’u bombalamaktadır. Bu zorlu süreçte direnişin aziz önderlerinden Seyyid Hasan Nasrallah ve yüzlerce Müslüman’ı kalleşçe katlettiler.
Nitekim tasması batının elinde olan israilin bir an evvel durdurulması gerekmektedir TBMM’nin yeni yasama yılı açılış oturumunda Genel Kurul’a hitap eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, israilin Anadolu’yu da içine alan bir ütopya peşinde koştuğu yönündeki sözlü tepkilerini kayda değer buluyorum. Ancak sözle kınamak yerine fiili olarak israili durdurmak lazım. Bugün Filistin/Lübnan, yarın Suriye derken bir gün sıra Türkiye’ye gelecektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Netanyahu Hitlervari yöntemlerle Filistin ve Lübnan’da soykırım ve savaş suçu işlerken, utanç verici bu tabloya rağmen bazı ülkeler de israile destek sağlamaya devam ediyor. Diğer ülkeler de susarak bu vahşete ortak oluyor. Ne yaparsa yapsın israil, er ya da geç durdurulacak. Vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden israil yönetiminin, Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer bizim vatan topraklarımız olacaktır" demişti.
"Netanyahu hayallerine Anadolu'yu da katıyor. Türkiye tarafsız olsun diyenlere, HAMAS terör örgütüdür diyenlere sesleniyorum; karşımızda bir devlet değil kandan beslenen bir katil sürüsü var. Karşımızda tüm bölgeyi ateşe atmaya niyetli bir işgal şebekesi var. Böyle bir katliam şebekesi karşısında zerre vicdan taşıyan kimse sessiz kalamaz. Sessiz kalanlar, yarın çocuklarınızın yüzüne nasıl bakacaksınız. israilin saldırganlığı Türkiye'yi de içine almaktadır.”