Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu, sitemli bir
şekilde dile getirdiği konuların başında insanın nankörlüğü gelir. Evet, insan
nankör bir varlık. Nimetin kıymetini bilmeyen, güvenilmez bir varlık. Düşüncesiz,
agresif, unutkan, bencil bir varlık…
İnsanlar zor zamanlarda genellikle Allah’ı
hatırlıyorlar, O’na sığınıyorlar, zavallılıklarının, acziyetlerinin farkına
varıyorlar. Feryat ve figan içinde, imdat çığlıkları arasında Allah’tan yardım
dileniyorlar. Sıkıntısız zamanlarındaki gafletlerini, yüce yaratıcıya karşı
olan küstahlıklarını, batıl düşüncelere olan sevdalarını, şımarıkça bilgiçlik
taslamalarını, dine ve dindarlara karşı olan lakayt, hatta çoğu defa
küçümsemeye varan davranışlarını, günah ve harama olan meyl ve arzularını,
ibadetler karşısındaki duyarsızlıklarını unutuyorlar.
İnsanoğlu böyledir işte, kendisine bir sıkıntı
dokununca kendine geliyor, yüce yaratıcısını hatırlıyor. Çaresiz kalınca yüzünü
Allah’a dönüyor. Kur’an bu durumu gemi olayıyla çok güzel tasvir ediyor.
Denizin, okyanusun ortasında fırtınaya yakalanan, batma tehlikesi geçiren,
kaptanının ve tayfalarının çaresiz kaldığı geminin yolcuları büyük bir
pişmanlıkla Allah’a yöneliyorlar. Tövbe ediyorlar, O’na sığınıyorlar. Gemi fırtınadan
kurtulup da yolcular selamete ulaşınca yine Allah unutulanlardan oluyorlar.
Nankör, düşüncesiz insan ikinci bir musibete kadar yine gaflet, günah, haram,
isyan bataklığında çırpınıp duruyor.
Bilmiyorum, duydunuz mu, gençlik yıllarımızda
Lenin’le ilgili trajikomik bir olay anlatırlardı. Meşhur bir hadise olarak
gündemdeydi kültürlü çevrelerde o zaman.
Biliyorsunuz, Lenin inkârcılığın, Allah tanımazlığın devlet ideolojisi
haline getirildiği Sovyet diktatörlüğünün kurucu lideriydi. Bu sapkın adam bir
gün kürsüde konferans veriyor. Konuşmasının konusu Allah’ın varlığı… Allah’ı inkâr
ediyor aklınca, sözde bilimsel teoriler öne sürerek. Bir ara ayağı bir yere
takılıyor, düşer gibi oluyor. O esnada gayri ihtiyari: “ Aman tanrım!” diye
bağırıyor. Evet, zora düşünce Lenin gibi zavallılar da Allah’tan başka gidecek
kapı bulamıyorlar. Fıtratları hemen ayaklanıyor, dillerindeki sahte yalanları
yüzlerine çarpıveriyor.
Uzağa gitmeye gerek yok. Küçük bir virüs
karşısında acze kapılan, çaresizlik içinde çırpınan günümüzün Lenin’leri de,
Firavun’ları da çareyi Allah’a sığınmakta buluyorlar. Küfrün ve zulmün
liderleri senatolarını ezan, dua ve Kur’an okutarak açıyorlar. Başkentlerinde,
şehirlerinde asırlardır yasakladıkları ezan seslerinin yükselmesi için teşvikte
bulunuyorlar. Gerici dedikleri, küçümsedikleri İslam âlimlerinden, Müslüman
davetçilerden yardım dileniyorlar, sokak ortasında onların arkasında secdeye
kapanıp Allah’tan yardım istiyorlar.
Teknolojileriyle, bilimsel buluşlarıyla gece gündüz övünüp kibir abidesi
kesilen bu zavallılar, “İşimiz göklere kaldı” deyip şimdiye kadar kendisiyle
savaştıkları Allah’tan yardım istiyorlar.
Hâlbuki daha düne kadar Allah’ı görmezden
geliyorlardı. Allah’a ihtiyacımız yok, O bize karışamaz diyorlardı. Allah’ın
yasakladığı ne kadar kötülük, sapkınlık, ahlaksızlık varsa medeniyet, özgürlük
adına kanunla koruma altına alıp teşvik ediyorlardı.
Bu zavallılar bu musibetten kurtuldukları
zaman yine Allah’ı unutacaklar, eski günah ve zulüm yüklü günlerine geri
dönecekler. Zulüm ve sömürülerine kaldıkları yerden devam edecekler. Dünyayı
yine çirkinliklerle, kötülüklerle dolduracaklar. Yeni bir musibet gelinceye
kadar... Islah olmayacaklar.
İnsanın nankörlüğü, düşüncesizliği hep böyle
devam edecek, hiç bitmeyecek musibet, ölüm ve cehennem azabı gelinceye kadar. O
zaman da iş işten geçecek, pişmanlıklar fayda vermeyecek.
İnsan
sadece zor zamanlarda mı Allah’ı hatırlayacak. Asıl musibet, en büyük musibet,
ölüm musibeti ve sonrasında hiç bitmeyecek cehennem azabı gelip çatmadan
gafletten kurtulup kurtuluş gemisine binmek mümkün olmayacak mı acaba?