Eğitim-öğretim yılı sona
erdi. Çocuklar karnelerini aldılar. Bir yaz tatili daha başlamış oldu. Şimdi
aileler çocuklarına uygun kurs bulma telaşına girdiler.
Şimdi insanlara sorarsak, her birisi eğitimin aksayan bir yönü hakkında
şikayette bulunacaklar. Haksız da değiller. On iki yıllık bir kesintisiz
eğitimin sonunda gelinen nokta kocaman bir hiç. Ne derslerin öğretilmesi ne de
yabancı dilin alınması ve ne de mesleğin öğretilmesi noktasında bir doygunluk
söz konusu değil. Hangi dersi alıyorsan illa yanında bir kursa gitmen lazım. O
zaman ne anladık bu eğitim öğretimden?
Yahu nasıl on iki yıllık bir eğitimin sonunda ulaştığın bir hedef yok? Bunu
kime anlatırsan sana hayretle bakarlar. İmkânsız derler. Olamaz derler. Ama
işte oluyor. Bir öğretmen ve bir veli olarak bunu görüyorum. O zaman bu işte
bir iş var. Bir terslik var. Bunu düzeltmek lazım.
Bu işin iki ayağı var. Birincisi bilgi, ikincisi bilgiyi veren öğretmen.
Öncelikle verdiğimiz bilgi hep eski ve eksik. İkincisi bilgiyi veren de hep
eski ve eksik. Bundan bir tam çıkmaz ki.
Öncelikle bilgiyi her yıl güncellemeliyiz. Ve ihtiyacı karşılamalı. İdeolojik
olmamalı. Ne kullanıyorsak onun bilgisini vermeliyiz. Hayatımızda ne varsa onu
öğretmeliyiz. Yeni ne bulunmuşsa ondan da bahs etmeliyiz. Teknolojinin geldiği
noktayı öğretmeliyiz.
İkincisi eğitmeni yetiştirmeliyiz. Allah aşkına üniversitede öğretilen öğretmen
dersleri, lisede öğretilen dersler gibi. Ayrıca üniversiteli ders alma modundan
çıkmış. Hayatının gençliğini yaşama alanına dönüşmüş. Bilim ve bilgi alma yeri
yerine eğlenme ve gençlik hevesleri alanı olmuş. Buradan yetişen öğretmenler
nasıl gelecek nesillere yön verecekler? Daha kendisi yönünü bulamamış, daha
kendisini eğitememiş, daha kendisini geliştirememiş. O zaman burada da bir
yanlışlık var. Bu sistem de kökünden değişmeli. Bilgiyi, teknolojiyi ve
gelişimi öne alan bir sistem getirilmeli. Öğretmenleri eğitenler de bu kısır
döngüden çıkmalı. On yıl önce yazdırdığını hala aynı şekilde yazdırıyorsa
burada da büyük bir sorun var demektir.
Herkes koltuğuna oturmuş, dersine girip çıkıyor, bir kere öğrendiğini bir daha
gözden geçirip üstüne bir şey koymuyor. Gir çık, gir çık. Bu iş böyle olmamalı.
Bu kısır döngüden bir an önce çıkmalıyız. Her okulun bir Teknofest’i olmalı. Her üniversitenin bir Teknofest’i olmalı. Her bilgi, bir önceki yıla göre
değişmeli. Öğrenci, kendi kendini geliştirmeli, öğretmen geliştirmeli, profesör
geliştirmeli. İşte o zaman bu iş çok farklı bir hale gelir. O zaman herkes bir
bilgi ve beceri yarışı içine girer. Kısa zamanda çok uzun mesafeler kat edilir.
Yoksa her bilgi, bir sonraki yıl tekrar ediliyorsa artık yerinde sayma
başlamıştır demektir. Yürüyor gibi yapılıyor ancak hakikatte yerinde sayıyor
demektir.
Artık eğitimde, bu yerinde saymayı bırakıp yürümeliyiz ve koşmalıyız. Yarışa
girmeliyiz.