İyi huylu, gönlü zengin, eli açık
bir adam vardı. Adı Selman’dı. Bu adam işleri kötü gittiği için yoksul
düşmüştü. Öyle ki çocuklarını geçindirecek imkânı bile kalmamıştı. Evine ekmek
götüremiyor, eşine ve çocuklarına karşı mahcup oluyordu.
Selman kara kara düşünürken eski
bir arkadaşı aklına geldi. Yıllar önce birlikte alışveriş yapmışlardı. Osman
adlı bu arkadaşı gerçi çok cimri, eli kapalı biriydi ama belki eski arkadaşlığı
hatırına Selman’a el uzatır, ona yardımcı olurdu.
Selman utana sıkıla Osman’ın
köşküne gitti. Onun yanına vardı. Kendini tanıtarak utangaç bir sesle:
--- Kusuruma bakma, seni rahatsız
ediyorum ama aklıma senden başkası da gelemdi, dedi. Yoksul düştüm. Yardıma
ihtiyacım var. Lütfen bana yardım et!
Osman, Selman’ı tanımasına rağmen
onu tanımazdan geldi. Yüzünü ekşiterek arkadaşını azarladı.
--- İnsanların kapısında
dilenmeye utanmıyor musun? Haydi, çabuk git buradan! İşe yaramaz herif!
Dilencilere kaptırmak için para kazanmıyorum ben!
Bu sözlere üzülen Selman:
--- Ben dilenci değilim, diye
karşı çıktı.
Ekşi suratlı zengin, dudaklarını
küçümser bir edayla bükerek homurdandı.
--- Şu utanmaza bak, bir de
dilenci değilim diyor!
Selman şaşkın bir şekilde Osman’a
baktı. Sonra üzgün bir sesle:
--- Şu adama bakın hele! Dedi.
Ben yüzümü ekşitsem normaldir. Yoksul düştüm, çaresizim, perişanım. Ama ona ne
oluyor? Allah ona her türlü nimeti vermiş. Şükredeceğine yüzünü ekşitiyor.
Selman’dan bu sözleri işiten
Osman daha da kızdı. Kölesini çağırarak bağırdı.
--- Atın dışarıya bu arsız
dilenciyi!
Selman derin bir acıyla eski
arkadaşına bakarak şunları söyledi:
--- Allah nankörleri sevmez! Sen,
sana verilen nimetin kıymetini bilmediğin için er geç senden alınacak o!
Osman kölesine çıkışarak:
--- Kovsana bu adamı dışarı!
Dedi. Dili de güzel laf yapıyor. Nankörmüşüm! Ben alın terimle, çabamla bu
serveti elde ettim. Kimseyle paylaşmaya da niyetim yok. Haydi defol buradan!
Selman çaresiz, perişan, utanmış
bir halde oradan ayrıldı.
Selman yıllarca yoksulluk çekti.
Zor zamanlar yaşadı. Ama hiçbir zaman isyan etmedi. Hep Allah’a şükretti. O
günden sonra kimseden yardım istemedi. İnsanlar onun davranışlarına bakınca onu
zengin sanıyorlardı. Onurlu bir Müslüman’dı çünkü o.
Selman’ın şükreder hali Allah’ın
hoşuna gitti. Yıllar sonra yine kısmeti açıldı. Mal mülk sahibi oldu. Köleleri,
hizmetçileri oldu. Güzel bir evde eşi ve çocuklarıyla yaşamaya başladı.
Ama asla yoksulluk günlerini
unutmuyor, kapısına gelen yoksulları geri çevirmiyordu. Hep güler yüzlüydü.
Muhtaç insanlara nazik davranıyor, elinden gelen yardımı esirgemiyordu.
Selman bir gün evinin bahçesinde
otururken dış kapı çalındı. Sonra kapının arkasından bir ses yükseldi.
--- Allah rızası için bir sadaka!
Selman, o esnada kendisine hizmet
eden kölesine bir miktar para verdi.
--- Git şu zavallı yoksulu
sevindir! Dedi.
Köle avucunda para olduğu halde
kapıya yöneldi. Dış kapıyı açıp dışarı çıktı. Biraz sonra perişan bir halde
geri döndü. Gözleri kıpkırmızıydı. Ağlamıştı. Seyrek sakalı hala gözyaşları
içindeydi.
Selman şaşkınlık ve merakla
sordu:
--- Ne oldu? Nedir bu halin?
Köle titrek bir sesle:
--- Hiç sorma efendim! Dedi.
Dışarıdaki dilenci tanıdık biri…
--- Bir yakının mı, akraban mı?
--- Hayır…
Selman’ın merakı daha da
artmıştı.
--- Peki, kim o zaman?
Köle üzüntü içinde:
--- Eski efendim! Diye konuştu.
Onun yanından ayrıldığım zaman çok zengindi. Servetinin haddi hesabı yoktu.
Nasıl oldu da böyle dilenecek hale geldi anlayamıyorum?
Selman, ilgiyle gözlerini dış
kapıya dikti.
--- Hala kapının önünde bekliyor
mu? Diye sordu.
Köle başını salladı.
--- Evet efendim! Ben onu
tanıdım. O beni tanıyamadı. O kadar üzüldüm ki ona hiç bir şey demeden geri
döndüm. Hala kapının önünde bekliyor.
Selman merakla başını sallayarak
köleyi durdurdu.
--- Sen dur hele, gitme! Ben
gidip bakayım. Belki bir yararım dokunur.
Selman yavaşça kapıya doğru
yürüdü. Yarı açık kapıdan başını uzattı. Kapının dibinde çömelmiş, sabırla
kendisine sadaka verecek ev sahibini bekleyen adama baktı. Perişan bir hali
vardı adamın. Açlıktan yüzü sararmıştı. Saçı sakalı birbirine karışmıştı.
Elbiseleri yamalı, kirliydi.
Selman dikkatlice adama baktı.
Birden büyük bir heyecana kapıldı. Şaşkınlığı o kadar büyüktü ki bir müddet ne
yapacağını bilemedi. Karşısında iki büklüm duran bu zavallı adam eski arkadaşı
Osman’dan başkası değildi. Ekşi suratıyla, yoksulları aşağılamasıyla meşhur
olmuş Osman…
Eski anıları canlandı gözünde
Selman’ın… Kapısında dilenen bu adam bir zamanlar onu azarlamış, kapısından
kovmuştu. Kölesine onu kapı dışarı etmesini emretmişti.
Selman duygulanmış bir sele
mırıldandı:
--- Yüce Allah’ım, senin kudretin
her şeye yeter! Bu adama servet vermiştin. Şehrin en zenginlerinden olmuştu.
Ama şükürsüzdü. Verdiğin nimetlere karşı nankördü. Yoksulları aşağılıyor,
kapısına gelen muhtaçları kovuyordu. Şimdi o yoksul düşmüş. Dilenecek hale
gelmiş. Yazık, keşke verdiğin nimetin kıymetini bilseydi!
Selman, yumuşak bir sesle adama
sordu:
--- Adın ne?
--- Osman…
--- Kimsen yok mu?
Osman ümitsizce mırıldandı:
--- Karım birkaç yıl önce öldü.
Servetim elimden gidip yoksul düşünce çocuklarım ve akrabalarım beni terk
ettiler. Yapayalnız ortalıkta kaldım. Gördüğün gibi dilenecek duruma geldim.
Selman daha fazla konuşmak
istemedi. Osman, onu tanıyamamıştı. Dertlerini deşip onu üzmek istemiyordu.
Selman, kuşağının altından bir kese
altın çıkarıp Osman’a uzattı.
--- Al, bu altınlar senin! Git
güzel bir yıkan, yeni elbiseler giy. Sonra hayatını düzene koy. Bu altınlar
uzan bir süre seni dilencilikten kurtarır.
Osman gözleri sevinçten
parıldayarak altın kesesine baktı. Sonra çekine çekine uzanıp aldı. Hemen
oradan uzaklaştı. Altınların geri alınmasından korkuyordu.
Selman uzun bir müddet onun
arkasından baktı. Sonra:
--- Allah’ım! Dedi ağlamaklı bir
sesle. Beni her zaman şükreden bir kul yap. Seni üzecek davranışlardan beni
koru. Yoksullara karşı merhamet sahibi kıl! Beni bu adamın düştüğü duruma
düşürme! Nankörlerden kılma!