Çobanlık yapan birine misafir
olan birisi, hasbelkader çobanın yanında misafirken vefat eder. O günün
şartlarında iletişim araçları bu gün gibi gelişmediğinden, misafirin nereli
olduğu ortaya çıkarılamaz ve akrabalarına da ulaşılmaz. Çoban, birkaç kişinin
yardımı ile onu yıkar, kefenler, namazını kıldırır ve gömer.
Misafir olarak ölen kişinin
sonradan ortaya çıkan akrabalarından biri onu rüyada cennette görür. Adam: “Ben
çobanın bir sözü vesilesiyle cennete girdim” der. Çobana sorulduğunda: “Onu
gömerken Allah’ım şu ana kadar her bana gelip Allah’ın misafiriyim diyen kişiyi
ağırladım ve gücüm nispetince senin için ikram ettim. Bu gün ben de bir
misafirimi sana gönderiyorum. Sen de ona ikram et dedim” diye cevap verir.
Çoban gibi toplum
olarak misafirperveriz. Evimize gelen bir misafiri güzel yüzle karşılar, en
güzel köşeye oturtur ve gücümüz nispetince kendisine ikramların en güzelini
yaparız. Sonra da en güzel şekilde uğurlarız. Bu aynı zamanda dinimizin de bize
bir tavsiyesi ve gereğidir.
Resûlullah (s.a.s.): “…Allah’a
ve ahiret gününe iman eden kişi misafirine ikram etsin…” buyurmuştur.
Müminlerin imanca en olgunu,
ahlakça en güzel olanıdır. Herkesin rahatça yanına girebildiği ve ziyaret
edebildiği kimsedir. Geleni gideni çok olan, evi hiçbir zaman misafirden boş
kalmayandır.
Hz. Peygamber (s.a.v):
“Misafir girmeyen eve, melekler de girmez.” İmkânı bulunduğu halde, misafir
ağırlamak istemeyenleri: “Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır
yoktur” buyurmuştur. Gelen misafirle hareket edilmesi, kapıya kadar
uğurlanması tavsiyesinde bulunmuştur.
Misafir ağırlamak ve onu
memnun etmek, bir incelik, hatta bir sanattır. Gönül insanı olmayanlar, bu
sanatın inceliğini kavrayamaz. Kur’an ahlakını benimsemiş bir mümin için
misafir ağırlamak değerli bir ibadet ve güzel ahlakın ortaya konulabileceği bir
vesiledir. Bu nedenle müminler, iman etmeyen insanların aksine misafiri
güzellikle karşılar ve uğurlar. Misafirin olabilecek tüm ihtiyaçlarını, özenle
düşünür, onun söylemesine ve hissettirmesine gerek kalmadan karşılar.
Dinimizde ve örfümüzde yaygın
olan anlayışa göre misafirlik süresi üç gündür. Üç günden sonra artık ya
misafirlik bitmiş ya da ev sahibi hükmüne geçilmiştir. Buradan misafirlik
süresini uzatarak ev sahibine zarar vermeme çıkarılabileceği gibi artık misafir
hükmünden çıkıp ev sahibi olma ve misafir ağırlama da çıkarılabilir.
Gariptir ki kimisi her daim
kendini misafir hükmünde görür. Üç gün değil otuz yıl geçmesine rağmen bu
düşüncesinden kurtulmaz. Her daim birilerinin kendisini ağırlamasını, ikram
etmesini ve ilgilenmesini bekler. Bir ağırlama, ikram ve ilgilenme görmeyince
darılır.
İslam davasındaki ev sahipliği
ve misafirlik anlayışı normal hayattakinden farklı değildir. İslam davasının ev
sahibi normal şartlarda Allah, melekler ve Resûlullah (s.a.s.) ile beraber tüm
müminlerdir. Her mümin kendini ev sahibi olarak görüp normal hayattaki evini
koruduğu gibi korumalı, muhafaza etmeli, eksikliklerini gidermelidir. Kendini
asıl evinde misafir gibi görmemelidir.
Kendini asıl evinde misafir
gördükçe Müslüman, birileriyle ilgilenip ağırlayacağına, İslam’ın
güzelliklerini kendilerine ikram edip onları güzel bir şekilde memnun
edeceğine, sürekli birilerinden ilgi, sevgi, ikram ve ağırlama bekler.
Birilerinin kendisini sormasını ve ziyaret etmesini ister. Gerekli ilgi, sevgi,
ikram ve ağırlamayı görmeyince, birileri ziyaret etmeyince şikâyet eder ve
darılır. Hâlbuki kendimizi ev sahibi gördüğümüz andan itibaren evi sahiplenir
ve şikâyetten vazgeçeriz. İlgilenmeye, ağırlamaya ve İslam’ın güzelliklerini
ikram etmeye başlarız.
Allah bizi kendilerini her
daim İslam davasının sahibi gören ve bu bilinçle hareket eden kullarından
eylesin. Âmin.