Eğitim kurumlarımız bize
yakışmayan olaylar, etkinlikler ve olumsuz gelişmelerle gündemimizde yer almaya
devam ediyor. Bu durum, açıkçası bizim uykularımızı kaçırıyor. Geleceğimiz
adına endişelerimiz her geçen gün artmaya devam etmektedir. Son olarak bir
ilahiyat fakültesinin mezuniyet töreninde yapılan etkinlik, söylenen marşlar ve
ortaya konulan kepazelik Türkiye’de eğitim kurumlarına hâkim kılınan anlayışın
bizim değer yargılarımızla ne kadar çeliştiğini bir kez daha ortaya koymuştur.
Bir ilahiyat fakültesi mezuniyet töreninin ırkçılık ile İslam düşmanlığının
hortladığı trajikomik bir şova dönüştürülmesi kabul edilebilir bir şey
değildir.
Okullarımızda daha 14-15
yaşlarında çocuklarımızın Kur’an-ı Kerime tekme atma noktasına gelmesi, bu
ülkenin değerlerine bu ülkenin okullarında savaş açıldığının en büyük
göstergesidir. Artık şüphemiz kalmamıştır, eğitim kurumlarında yeni nesli kendi
değerlerinden uzaklaştıracak, kendi geçmişine ve kendi inancına savaş açacak
bir şekilde yetiştirecek kuşatıcı, uzun soluklu ve profesyonel bir akıl
okullarımızı avuçlarına almıştır. Asıl kurtuluş savaşı da bu sahada
verilmelidir.
Yaşanan sıkıntı sadece kültürde,
değerlerde, ahlaki anlayış ile inançta değildir. Bilim, fen ve teknoloji anlamında
da okullarda büyük bir akamet, bir başarısızlık ve geriye gidiş vardır. 2021
yılının TYT oturumunda 1 milyona yakın öğrenci barajı geçemedi. 2021’in YKS
sınavı da aynı şekilde büyük bir hüsran ile neticelendi. İlk oturumda %32’lik
bir başarısızlık vardı. 40 soruluk matematik testindeki doğru yanıt ortalaması
5’i geçemedi. Üniversitelerimizin dünya üniversiteleri arasındaki başarısı da
malumdur.
Gelinen noktada buhranlarla
boğuşan, geleceğe dair umudu olmayan, cinnetlerle heba olan bir gençlik fotoğrafı
ile karşı karşıyayız. Özellikle şu nokta çok önemli bana göre; eğitim
kurumlarında okuyan çocuklarımızın sadece %5 kadarı ya zekâ düzeyi çok iyi
olduğu için ya da ailesinin devasa imkanları sayesinde iyi bir noktaya
gelebilmektedir. Bunlar da genelde yurt dışında yetiştirilmekte ve onlar
üzerinden de Türkiye’nin geleceği inşa edilmektedir. Hatırlanacaksa İttihat ve
Terakki kadroları da ülkenin elit tabakasının dışarıda okuyan çocuklarından
oluşturulmuş, zamanı geldiğinde ülke onlara teslim edilmiş, bütün bu
felaketleri başımıza açmışlardı.
Bu tabloya göre; bir taraftan
ahlak ve kültür olarak seviyeleri düşürülmüş, fenni ve teknolojik anlamda geri
bırakılmış bir nesil inşa edilirken diğer taraftan da seçkinlerin çocukları ve
IQ seviyeleri yüksek çocuklarımız ellerimizden alınarak geleceğin stratejileri
onlar üzerinden inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bu oyunu bozmak, bu toplumun en
önemli sorumluluklarından olmalıdır. Yerli ve milli bir eğitim sisteminin inşa
edilmesi bugün en büyük hedef haline gelmelidir.
Tam da bu noktada; 1949 yılında
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü döneminde Amerikalılarla imzalanan Fulbright
anlaşmasını hatırlatmak isterim. Türkiye’den 4, Amerikalılardan 4 olmak üzere
sekiz kişiden oluşan Fulbright komisyonu, müfredattan dersleri verecek öğretmenlerin
yetiştirilmesine, eğitim sisteminden okulların yapısına kadar her şeyi
belirlemeye başladı. Üstelik bir konuda 4’e 4 bir eşitlik oluştuğunda da
Amerikan büyükelçisinin oyu belirleyici hale getirildi. Bu anlaşmanın iptal
edildiğine dair de bir gelişme olmadı.
Eğitim sisteminin sorunlarının bu
kadar arttığı ve geleceğimizin böyle devasa bir tehdit ile karşı karşıya
kaldığı bir süreçte yetkililerin Fulbright komisyonu hakkında bir açıklama
yapmalarını bekliyoruz.