İslam’a davet, onu tebliğ
etmek bütün peygamberlerin gönderiliş nedenidir. O yüce peygamberler bu işi
nasıl yaptılarsa bir davetçinin de öyle yapması gerekir. İslam’a davet konusu
bilgi aktarımı, reklam ve slogan tarzı bir faaliyet değil, imana susamış ama
onu bulamamış kişilere el uzatmak, onları hidayete ulaştıran yolu göstermektir.
Şu asırda; beşeriyet, bataklığa saplanmış ve kendisine uzatılacak bir el
aramaktadır. Müslümanların her şeyden önce bu konuya yoğunlaşmaları, hikmet ve
güzel öğütle insanları davet etmeleri gerekir.
Davet gibi çok
değerli bir işin ciddiyet ve samimiyetle yapılması gerekir. Kaş yapayım derken
göz çıkarmak durumuna düşmekten sakınmak lazım. Dün, Muhammed Gazali’nin
konuyla ilgili bir iki makalesine baktım. Doğrusu hoşuma gitti ve bunlardan
birini siz değerli okuyucularla paylaşayım diye çevirisini yaptım. Umarım sizin
de hoşunuza gider.
“Çalışma
odama ilk görüşte kıyafeti pek hoşuma gitmeyen bir kız girdi. Ne var ki onun
gözlerinde “bana iyi muamele edin” diyen üzüntülü bir bakış fark ettim. Oturdu
ve benden derdine derman olurum beklentisiyle sorunlarını ve şikayetlerini
anlattı. Epey bir zaman kendisini dinledim. Eğitimini Fransa’da yapmış bir Arap
kızı olduğunu anladım.
Bu kız İslam hakkında
hemen hiçbir şey bilmiyordu. İslami esasları, hakikatleri kendisine izah etmeye
başladım. Muhtemel bazı şüphelerini ortaya atıp onlara cevaplar verdim.
Oryantalistlerle misyonerlerin İslam hakkında ortaya attıkları iddiaların yalan
ve asılsızlığına değindim. Modern çağın, kadını aç şehvetlere bir et parçası
olarak sunduğunu, kadının aile ortamındaki güzellik, huzur ve iffetten mahrum
bırakıldığını ifade ettim. Genç kız bana tekrar gelmesi için müsaade ve izin
istedikten ve ben de ona izin verdikten sonra çıkıp gitti
Kızcağız çıkıp
gittikten sonra dindar kıyafetli bir genç içeri girdi ve hışımla, bu manyak
kızın burada ne işi var, yolunu mu şaşırmış dedi. Ben ona, “doktor hasta
olanlara bakar, sağlıklı olanlara değil” diye cevap verdim. O genç bana, bari
ona örtünmesini öğütledin mi dedi. Ben durum bundan daha büyük. Önce onun buna
hazır olması gerekir. Allah’a ve ahiret gününe iman olmalı, Allah’ın indirmiş
olduğu ilâhi vahiy olan Kur’an’a teslimiyet olacak ki ondan sonra tesettür
olabilsin. İman olmadan ibadet olamaz ki dedim. O gencimiz sözümü kesti ve:
Bütün bunlar senin böylelerine hicabı emretmene mani değildir deyiverdi. Ben bu
gence sakin bir şekilde: Onun kalbi imandan soyutlanmışken başının örtülü
olması sevinilecek bir şey değildir. Bu kız hayatta rükû, secde nedir bilmeden
yaşamış. Ben ona bütün bunları isteyerek yapmasını sağlayacak temel esasları
anlatmaya ve öğretmeye çalıştım dedim. Bu genç tekrar sözümü kesmeye çalışınca
ona açıkça şunu dedim: “Ben senin yaptığın gibi İslam’ı kuyruğundan tutup
çekemem”. Ben önce, ana temel ilkeler üzerine binayı kurar ve bundan sonra
lazım olan şeyleri hikmetle, güzel nasihatle vermeye çalışırım dedim.
İki hafta sonra o genç
kız bana tekrar geldi. Baktım kıyafeti bir öncekine göre daha iyi. Başını da hafif
bir örtüyle kapatmıştı. Sorularını sormaya başladı. Ben de cevap olsun diye
izahlar yaptım. Sonra ona dedim ki, neden evinizin yakınında olan bir cami
imamına gidip bilgi almıyorsunuz? Kız: Ben din adamlarından hoşlanmıyorum,
onları dinlemek istemiyorum dedi. Niçin dedim. Dedi ki, gönül dilini
bilmiyorlar, sert adamlar. İnsanlara beğenmişlikle bakıyorlar, onları
küçümseyip değer vermiyorlar.
Peygamberin kalbindeki o
sıcacık sevgi kalpleri değiştirdi. İslam’a davet edenler sevgi ve gönül diliyle
konuşarak Peygamberlerinin yaptığı gibi kalpleri birleştirmeli parçalayıp
birbirinden uzaklaştırmamalı, müjdelemeli nefret ettirmemeli.
İmam Hasan el Benna’nın bu
konudaki bir vecizesi çok harikadır. Yazımızı o aziz İmam’ın bu sözüyle
noktalayalım: “Biz davetçileriz, yargıçlar değil”
0 yorum