Genç bir kadın olan Sakine Hanım,
tek çocuğu beş yaşındaki Minik Ali’ye her fırsatta Allah’ı anlatıyor, onu Allah
sevgisiyle büyütüyordu. Öyle ki Minik Ali gece gündüz Allah’ı düşünür olmuştu.
Onu yoktan var eden Allah’a karşı kalbinde büyük bir sevgi ve özlem vardı.
Yine bir gün Sakine Hanım sevimli
yavrusuna Allah’ı anlatıyordu. Onun saçlarına, yanaklarına, gözlerine ve diğer
uzuvlarına dokunarak,
--- Bak güzel Ali’m! Dedi. Allah
seni ne kadar da güzel ve sevimli yaratmış? Sana ne kadar da güzel saçlar,
gözler vermiş? Seni bana, beni sana hediye etmiş…
Küçük Ali, annesine sarılarak
bağırdı.
--- Anneciğim seni çok seviyorum!
Seni bana verdiği için Allah’ı da çok seviyorum!
Sonra sustu Minik Ali,
sessizleşti. Dalgın gözlerle annesine baktı.
--- Allah’ı çok seviyorum! Diye
konuştu tekrar. Keşke O’nu görebilseydim!
Sonra birden Sakine Hanıma
dönerek,
--- Anne, Allah’ı görmek
istiyorum! Dedi. Bana Allah’ı göster!
Minik Ali’nin bu isteği
karşısında önce şaşırdı Sakine Hanım, ne söyleyeceğini bilemedi, bocaladı.
Sonra gülümsedi. Sevgiyle yavrusunun yumuşak, uzun saçlarını okşadı. O esnada
önünde duran çay bardağına bakarak kendi kendine konuşur gibi,
--- Çayıma şeker koydum mu acaba?
diye mırıldandı.
Zeki bir çocuk olan Minik Ali
hemen atıldı.
--- Anneciğim, çaydan bir yudum
alırsan şeker koyup koymadığını anlarsın.
--- Ama çayımda şeker görünmüyor,
diye itiraz etti Sakine Hanım.
Minik Ali, annesinin saflığına
güldü.
--- Anneciğim, göremezsin ki,
şeker çaya girince hemen eriyip gider.
Sakine Hanım gülümseyerek başını
salladı.
--- Haklısın güzel yavrum…
Sonra ayağa kalkarak Küçük
Ali’nin tatlı ellerini avucuna aldı, pencereye doğru yürüdü.
--- Şu pencereyi açıp biraz
serinleyelim, dedi.
Açılan pencereden serin, yumuşak
bir rüzgâr yüzlerine çarptı.
--- Ben bu rüzgârı çok sevdim!
diye bağırdı sevinçle Sakine Hanım. Yavrum, Ali’m, bana bir avuç rüzgâr
yakalayıp verir misin?
Minik Ali büyük bir şaşkınlıkla
annesine baktı.
--- Delirdin mi anneciğim? Dedi
gülerek sonra. Benimle şakalaşıyorsun değil mi?
Sakine hanım hiç bozuntuya
vermedi.
--- Hayır, gerçekten bir avuç
rüzgâr istiyorum!
--- Ama rüzgâr görünmez ki anne!
Elle de tutulmaz!
Minik Ali’nin bu cevabı üzerine
Sakine Hanım’ım yüzünde geniş bir gülümseme yayıldı. Oğlunu kucakladı.
Saçlarını okşayarak, tatlı bir sesle konuşmaya başladı.
--- Bak güzel yavrum, demek ki
gözlerimiz bazı şeyleri göremiyor. Gözlerimiz her şeyi görmek üzere
yaratılmamış. Az önce çayın içindeki şekeri de göremedik değil mi? Çayın içine
şeker atmıştım ama ben de sen de onu göremedik. Bak, rüzgârı da göremiyoruz.
Daha birçok şeyi göremiyoruz. İnce bir perdenin veya tahtanın arkasındaki
eşyaları da göremiyoruz.
Bir müddet susan Sakine Hanım,
Minik Ali’nin başını elleri arasına alarak gözlerine baktı sevgiyle.
--- Böyle basit şeyleri göremeyen
gözlerimiz Allah’ı nasıl görecek? Allah öyle büyük, öyle yücedir ki biz
gözlerimizle O’nu göremeyiz…
--- Ama diye sözlerini sürdürdü
Sakine Hanım. Nasıl ki rüzgârı hissederiz, çayın içindeki şekeri tadından
anlarız, öyle de Allah’ı hissederiz. Allah’ın yarattığı o kadar çok güzel
şeyler var ki!
Birden mutlulukla güldü Sakine
Hanım. Minik Ali’yi tutup havaya kaldırdı.
--- O kadar tatlı ve güzel
yaratılmışsın ki, sana bakınca hemen Allah’ı hissederim!
Minik Ali, annesinin boynuna
kollarını doladı sevgiyle.
--- Anneciğim benim! Dedi. Sen de
o kadar güzel ve tatlısın ki, ben de sana bakınca hemen Allah’ı hissediyorum.
Senin gibi bir anneyi bana verdiği için Allah’ı çok seviyorum!
0 yorum