Teşbih ve temsillerle
hakikatleri anlatmak kadim bir gelenektir. Anlatılanın etkisini
güçlendirmek, daha çok okunmasını sağlamak için bu tür sanatlar öteden beri
kullanılmıştır. Belağatın ünlü dâhisi Abdülkahir Cürcanî, "Esraru'l-Belağa"
isimli eserinde, temsilin gücünü şöyle anlatır: “Temsil, manaya bir
elbise giydirir. Ona nüfuz kazandırır. Kadrini yükseltir. Ateşini alevlendirir,
manayı daha parlak yapar. Nefisleri kendine çekmede kuvvet sağlar. Kalbleri kendine
davet eder” (Esraru'l-Belağa, s. 92-96.)
İslam irfanının
ünlü alim ve bilgelerinin de kullandıkları bu anlatım tarzı çok sevilmiş, zaman
ne kadar geçse de okuyucunun bu türe ilgisi azalmamıştır. İşte bu “kıssadan
hisse” türünün örneklerinden birini sizlerle paylaşmak istedim.
“Evin hanımı, balıkçı
kocasının eve getirdiği balıkları temizlerken bir balığın karnında harika bir
cevher buldu. Balıkçı, cevheri alıp mücevherciler çarşısına götürdü. Bir
dükkana girdi ve elindeki cevheri gösterdi. Mücevherci şaşırmıştı.
Balıkçıya, “senin bu cevherinin benzeri olamaz ve kimsenin serveti de
bunu satın almaya yetmez” dedi. Balıkçının satmada ısrarlı olduğunu görünce onu
çarşıdaki en zengin tüccara yönlendirdi. Balıkçı bu defa oraya gitti. Bu
sarraf da mücevhere çok şaşırdı ve o da: “Senin bu cevherin
kıymeti, pahası biçilmez ve kimse bunu satın da alamaz” dedi. Balıkçı gene
satmada ısrarlı olunca, adam ona memleketin zengin ve güçlü hükümdarına
götürmesini tavsiye etti.
Balıkçı, hükümdarın
konağına vardı, izin isteyip makamına çıktı. Elindeki mücevheri ona gösterdi ve
bunu satmak istediğini söyledi. Hükümdar da, gözleri kamaştıran bu mücevhere
çok şaştı ve: “Bu çok değerli bir mücevher; benim bütün servetim bunun pahasına
denk olamaz. Ama ille de bunu satmak istersen hazineme 6 saat süreyle girer ve
oradan ne kadar servet alabilirsen alırsın. Ancak süren bitince seni hemen
çıkarırım” dedi. Balıkçı bunu kabul etti ve görevliler, hükümdarın hazinesinin
kapısını açıp onu içeri aldılar.
Balıkçı,
hazinede üç bölümün olduğunu gördü. Biri çok lezzetli yemek ve içeceklerin
sergilendiği, diğeri oturulacak, dinlenilecek harika mekanların olduğu, son
bölüm ise altın, gümüş ve paraların bulunduğu bölüm.
Balıkçı, “nasılsa altı
saat gibi bir vaktim var. İşimi halletmeye yeter de artar bile” diye düşündü ve
önce şöyle bu yemeklerden alıp karnımı doyurayım dedi. Yemekler çok
çeşitli ve lezzetli olduğundan adam tıka basa karnını doldurdu. Şu oturulacak
mekanlara da uğrayıp otursam, bir çay içip sonra hazinenin asıl değerli kısmına
girsem dedi. Dedi ama, o kadar yemişti ki şöyle bir uzanıp dinleneyim
deyip bir koltuğa oturunca olanlar oldu. Fazla yemenin verdiği rehavetle derin
bir uykuya daldı. Çok geçmeden yüksek bir ‘haydi kalk” sesiyle uyandı.
Görevli askerler süresinin dolduğunu ve çıkması gerektiğini bildirdiler. Bizim
balıkçı, ah vay edip kalmak için bahaneler ileri sürdüyse de görevliler onu
dinlemedi ve kollarından tutup dışarı attılar. “Ey ahmak, altı saatte hazinenin
tümünü alır götürebilirdin, ama sen nefsinin arzularına uyup onlarla oyalandın
ve önündeki fırsatı kaçırdın” dediler”.
Evet bu temsili
kıssa, şu fani dünyada ebedi âlemi kazanmak için sınava alınan
insanın hikayesidir. O balıkçı biziz. O paha biçilmeyen mücevher bize
verilmiş hayatımızdır. Altı saat, insan oğlunun ortalama ömür süresi olan 60
yılı simgeler. Hükümdarın hazinesi ise şu dünyamızdır. Oturulup gezilecek
yerler gaflettir. Yemek ve içmek bölümü ise şehvet ve arzulardır. Hazinedeki
altın ve gümüşler de salih amellerdir.
Ey balık avcısı,
vaktini faydası olmayacak ve her iki âlemde de pişmanlık getirecek boş
işlerin peşinde tüketme. Unutma ki ömür çok kısadır ve ecelin ne zaman geleceği
de belli değildir. Yazımızı bu temsili hikayenin tefsir ettiği Kur’an ayetiyle
noktalayalım: Nihayet onlardan birine ölüm gelince, “Rabbim! Beni dünyaya
geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım” der.
(Mü’minun: 99)
0 yorum