Kendimizi bildik bileli, kürsülerdeki ramazan sohbetlerinin
değişmeyen iki konusu vardır. Biri, orucu bozan şeylerin neler olduğu ve diğeri
de orucun faziletleridir. Her iki konudaki hükümler açık olmakla birlikte
tekrardan konuşulurlar. Ki doğru olan da budur. Çünkü yılda bir ay olduğu için
unutulabiliyor.
Âlimlerimiz, hocalarımız ve kısaca hepimiz ramazanın
faziletlerini kendi çapımızda biliyor ve anlatıyoruz, ama iki konu var ki,
küçük bir kısmımız hariç, büyük çoğunluğumuz girmiyoruz. Bunlar da Kur’an’ın
bütün hayatımızı içine alan ve bütün hayatımıza hitap eden hükümleri ve kul hakkıdır.
Ramazan ayında nazil olan Kur’an’ı elbette ki okuyoruz. Hem de diğer 11 ayda
okuduğumuzdan daha fazla okuyoruz. Hatta diyebiliriz ki, diğer 11 ayda
okuduğumuzun en az 12 kat daha fazlasını okuyoruz. Ama Kur’an’ın bütün
hayatımızı düzenleyen bir Kitap olduğu ve bütün işlerimizde onun hükümlerini
esas almamız gerektiği konusuna girmekten özenle kaçıyoruz.
Sevabıyla ve günahıyla Müslüman bir toplumuz, ama bu kadar
yoğunlukta okuduğumuz ve dahi her elimize aldığımızda öpüp başımıza koyduğumuz
Kur’an’ın hayatımıza girmesine, hayatımızı düzenlemesine, söz ve
davranışlarımıza müdahale etmesine çoğunlukla müsaade etmiyoruz.
Kur’an, kul hakkına riayeti ibadet olarak tanımladığı…
Kur’an, diğer hiçbir din, hiçbir ideoloji ve hiçbir anayasada olmadığı kadar
kul hakkından söz ettiği… Kur’an, toplumun insanca bir hayat sürmesini onun
can, din, mal, akıl ve nesep güvenliğini sağlamaya bağlı gördüğü… Ve Kur’an’ın
bütün bu özellikleriyle birlikte yaşandığı dönemler de olduğu halde, bugün
Müslümanlar olarak iyi bir yerde değilsek, bunun bir veya birden fazla nedeni
olmalıdır!
Öyleyse sesli düşünelim ve sesli soralım; Kur’an mı artık
ihtiyaçlarımıza cevap veremiyor, yoksa bizler mi Kur’an’ı hayatımızın dışında
tutuyoruz? Bu iki ihtimalin dışında aklıma bir şey gelmiyor.
Hiçbirimizin Kur’an’ın evrenselliği, güncelliği ve bütün
sorunlara çözümü gibi konularda zerre kadar şüphemiz olmadığına göre, öyleyse
sorun kendimizdedir. Kur’an’ın hükümlerini bilmiyor gibi bir sorunumuz
olmadığına göre, geriye sadece bizim o hükümleri dikkate almadığımız gibi vahim
bir sonuç çıkıyor. Evet, doğrusu da budur.
Hükümlere uymayışımızın diğer adı da kul hakkına tecavüzdür,
kul hakkına girmektir ve kul hakkını yemektir. Kul hakkının ne olduğunu,
kendimizin, ailemizin, arkadaşlarımızın, amirlerimizin, memurlarımızın,
kurumlarımızın bu kul hakkını yemenin neresinde olduğumuzu da bilmiyor değiliz.
Biliyoruz bilmesine de, iş gereğini yapmaya gelince, çuvallıyoruz. Çünkü
Allah’ın birçok hükmünde, diğer bir ifade ile Allah’ın şeriatında hilelere
başvuruyoruz. Yani hile-i şeriye yapıyoruz. Bu da hak ve adaletten yoksun bir
hayat demektir ki, Müslümanlar olarak yaşadığımız da tam budur.
Bu mübarek ayda oldukça yoğun bir şekilde okuduğumuz
Kur’an’ın hükümleriyle de muhatap olalım ve bilenlerimize örneğin, şunu da
soralım: Kul hakkına tecavüz etmek, haram işleyenlere engel olmamak ve gayri
meşru çıkarlarımızı onaylamayan hükümleri hayatımızdan da uzak tutmaya çalışmak
gibi eylemler acaba orucumuzu nasıl etkiler?
Ramazanı özüne uygun yaşamamızın duası ile…