İş ve ibadetlerimizi kimin
için yapıyoruz? Allah rızasına kavuşup sevabına nail olmak için mi? Yoksa
insanların yanında görülmek ve övülmek için mi?
Bir işi yaparken elimizi
kalbimizin üzerine koyup soralım. Ben bu işimi kimin için yapıyorum? Eğer
kalbimizden gelen ses Allah diyorsa, o zaman sıkıntı yok, işe koyulabilir ve
yapabiliriz. Yok, eğer farklı bir cevap alırsak, o zaman işi yapmayı bekletmeli
ve niyet halis oluncaya kadar işe koyulmayı bekletmeliyiz.
Sırf Allah rızasını kazanmak
için bir işi yapmak ihlâstır. Bunun zıttı ise riyadır. Riya, işi Allah rızası
için değil insanların beğenisini kazanmak için yapmaktır. Riya durumuna göre
küçük şirk ve hatta zamanla büyük şirke dahi götürebilir. Çünkü ameller sadece
Allah rızası için yapılır ve karşılığı ondan beklenir. İnsanlar beğensin,
aferin desin veya alkışlasın diye yapılan ameller de Allah rızası geri de kalır
ve insanların rızası öne çıkar. Bu da ameli yapılma amacından saptırır.
İhlâs bir bedendeki ruh
gibidir. Beden ne kadar sağlam olursa olsun ruh olmadığı zaman dağılır ve
kokuşur. İhlâs olmadığı zaman amel değersizleşir ve boşa gider. İhlâssız
ameli kökü olmayan ağaca, kafası olmayan bedene veya seraba benzetebiliriz.
Kökü olmayan ağaçta, kafası olmayan bedende nasıl ki bir canlılık emaresi yoksa
serap su gibi görünse de gerçekte su emaresinden yoksunsa, ihlâsın olmadığı
amel de ölü ve yok hükmündedir.
İhlâsı olmayan amelde nefse
bir pay vardır, bu sebeple nefse ağır gelmez. Ama ihlâsın olduğu amelde nefse
pay olmadığından nefse ağır gelir. Az da olsa ihlâsla yapılan amelle Allah
katında değer kazanılır. Bu sayede Allah katında çok yüksek mertebeler elde
edilebilir. İhlâssız yapılan amellerde ise belki insanların beğenisi kazanılır
ama Allah katında bir değeri yoktur. Bu amel riyaya ve daha ilerisi küçük şirke
dönüşürse günah ve azaba sebep olur.
Hz. Peygamber (s.a.s.) Muaz
bin Cebel’i Yemen’e gönderirken, kıyamete kadar müminlerin amellerini heba
olmaktan kurtaracak şu tavsiyede bulunmuştur: “Dini vazifelerini halis bir niyetle
yap. Bu şekilde işlediğin az bir iş olsa da sana yeter.”
Peygamberimize (s.a.s.) bir
adam geldi ve: “Sevap kazanmayı ve insanlar tarafından anılmayı isteyerek savaş
yapan bir adam hakkındaki görüşünüz nedir?” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.): “Ona
bir şey yoktur” buyurdu. Bu kimse sorusunu üç defa tekrarladı. Peygamberimiz
(s.a.s) her defasında: “O kimse için bir şey yoktur” cevabını verdi.
Peygamberimiz (s.a.s.): “Üç
büyük haslet vardır ki Müslüman’ın kalbi onların üzerinde sabit durdukça
hıyanet etmez. Bu hasletler: Allah için ihlâsla amel etmek, Müslümanların
önderleri için hayır dilemek ve onların cemaatinden ayrılmamaktır” buyurdu.
Âlimin biri: “Dünyadaki en
zor şey ihlâstır. Çünkü riyayı ne kadar kalbimden atmaya çalıştıysam da o başka
bir şekilde kalbimde yeşeriverdi.”
Teknolojinin, sanal âlemin ve
sosyal medyanın yayıldığı günümüz şartlarında sırf insanların beğenisini
kazanma adına, Allah rızasından uzak, birçok söz, yazı ve benzeri
paylaşılmaktadır. Allah rızası ikinci plana atılmakta ve tamamen insanların
rızasına endeksli hareket edilmektedir. Bunların çoğu sahibine bir vebal ve
günah olarak geri dönmektedir.
Mevla’m bizi her daim ihlâsla
iş yapan kullarından eylesin ve riyadan uzak kılsın inşAllah.