Kimlik siyaseti ve
korkuların, umutları gölgelediği siyaset meydanlarının yorgunu olarak sandığa
gidiliyor. Din u devletin selametine; adaletin gücüne; liyakat ve emanetin
ehlini bulmasına... vesile olsun!
Ölçümüz belli:
“ALLAH emaneti ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmetmenizi emreder. ALLAH size ne güzel
öğüt veriyor..” (Nisa 58)
Cumhuriyet tarihi boyunca
siyasetin tüm talihsizliklerini, çirkef ve çamurunu görmüş bir ülkeyiz.
Anadolu’mun dili olsa da
konuşsa… Yüzyıldır demokrasi denen yolda az gittik, uz gittik, -bir de arkamıza
baktık ki ne görelim- bir çuvaldız kadar yol gittik/gitmişiz.
İşte o çuvaldızın ucunda,
Sessiz Çoğunluk, ciddi bir şeylerin hep eksik olduğunu fark
etmiş. Öyle bir eksiklik ki bilen demez, diyen bilmez. Ali’nin Zülfikar’ı,
Süleyman’ın yüzüğü, Harut ile Marut’un zincirli kuyusu gibi adeta!
Nice siyaset meydanının
kahramanı; “Ben aşarım! Ben çözerim..” dediyse de şu ana kadar kimseler
bulamıyor, bilemiyor veya bulup bilenler; bulup bildiklerine uyuyor, değişiyor,
dönüşüyor(!?)!
Halletmediler bu lûgazın
(bilmece) sırrını kimse,/ Bin kâfile geçti hükemâdan, fuzalâdan.(Ziya)
Bu eksiklik; özünde kardeşlik
ve barış olan bir milletin hala kimlik siyaseti
arenasına sürülmesidir. Siyasetin, renk ve farklarının çatıştırılması
üzerinden yürütülmesidir.
İmparatorluk ve
medeniyetlerin membaı olan Anadolu, tüm renk ve farklarıyla kendi birlik ve
beraberliğini hep sağlaya gelmiştir. Ret ve inkârcı, ötekileştirişi
İttihat ve Terakki yapılanmasının şekillendirdiği Cumhuriyet
tarihine kadar Anadolu’daki farklı ırk, din ve mezhepteki insanlar
arasında bir çatışma, kayda değer bir tartışma bile olmamıştır.
Meşrutiyet sonrası Osmanlı
Mebuslar Meclisinde; kimi gayrimüslim mebusların İslam
şeriatından yana tavır koymaları da bu derin ilişki ve güvenin
delilleridir. Kaldı ki Osmanlı İmparatorluğu; Anadolu halkının
ilgisizliğinden dolayı yıkılmadı; eğitim, liyakat ve adalet sisteminin
çökmesi sonucunda müdahale eden dış güçlerin Payitaht İstanbul’a
müdahalesiyle yıkıldı.
*Ne hikmetse yıl 2023,
Cumhuriyetin 100. Yılı da yaşandı ama siyaset meydanlarında hala dünün
beteri sorunlar tartışılıyor. İşte Türkiye Cumhuriyetinin gerçekleri:
Gündemden düşmeyen terör
sorunu.
Bu vesileyle seçilmiş
belediyelere her defasında atanan kayyumlar. Elbette atanabilir ama işin,
rutine bindirilmesinin uluslararası kurumlarda, gittikçe derine işleyen halkın
algısında ve duygusal bağlardaki karşılığı sorunlu.
Kürt Meselesi, aklın ve
Hakk’ın bir olan yolunda çözüm bekliyor. Dile kolay, 70 bin bedelin ödendiği
bir yara…
Bu sorun; bazen en yetkin
kişi ve kurumların ağzından acil koduyla dillendiriliyor; bazen rafa, bazen
buzdolabına kaldırılıyor, bazen de nedense aynı çevrelerce “yok” sayılıyor.
Alaattin’in lambası gibi… Bir cilve-i siyaset.
Darbe yönetimlerinin bir
dayatması olan anayasanın ilk dört maddesinin makul bir ıslahı bile
suç olabiliyor.
HÜDA PAR’ın, geçmişte merhum
Erbakan’ın, sonrasında da Sayın Cumhurbaşkanının da “yanlış” dediği
anayasanın 66. Maddesindeki tanım; bülbüle gül demek gibi. Bu çağda,
bu tanım(!?)
Göçmenler
meselesi; Ensar ve Muhacir’i aşmış, gittikçe farklı ve riskli anlamlar
kazanıyor.
İşte bütün bu sorunların;
insani, İslami, medenî.. bir çerçevede çözümlenmesi bir zarurettir. Bu
zaruret; öyle Batılı yasalarla, red ve inkârcı kafaların
projeleriyle çözülemez. Yüz yıllık bir süre zaten bu hâkim zihniyetlerin
proje ve yasalarına harcandı. Harcanan yüz milyarca dolar, sönen ocaklar,
annelerin yüreğine düşen kor ve nafile bir sonuç.. Emperyalist Haçlı
istihbaratları ve Yerli işbirlikçilerinin kendi cinayet ve işgal
projelerine uygun olarak dağıttıkları adalet, bahşettikleri(!) bağımsızlıklar,
kurdukları hükümetler ve kullandıkları mümbit terör membaı olan bir İslam
Coğrafyası…
Milyonlar, kendi yurtlarından
dünyanın dört bir yanına kaçıyor. Ezan seslerine; korku, umutsuzluk, kan ve
gözyaşı.. karışıyor.
İşte HÜDA PAR; elinde bütün
bu sorunların İslami ve insani çözümleriyle geliyor. Hayatî sorunlarımız
sahipsiz ve çözümsüz kalmasın diye! Türk ve Kürt kardeşliğinin ümmet,
adalet ve kadim kardeşlik çerçevesinde çözümünü konuşan, bunun bedelini ödemiş
ve ödeyebilecek yegâne parti HÜDA PAR’dır.
Dörde bölünmüş 60 milyonluk
mazlum bir halkın; “Kemalist, Batılı, boş TEK’çi söylem ve yasalarla;
çörekli gani sofralarla, türetilen Beyaz Azınlıklarla, din ve değerlerle sahaya
inen inançsız ağızların amatör vaatleriyle..” tatmin olmayacağı ortada.
İşte HÜDA PAR’ın kendini
paralarcasına anlatmaya çalıştığı ama nedense anlatamadığı hakikat de budur.
Eğri oturup doğru konuşmanın vakti geçiyor bile! Kıt imkânlarıyla kardeşlik ve
tevhidi konuşan HÜDA PAR, bu gün küresel emperyalist istihbaratların ve
yerli işbirlikçilerinin kuşatmasındadır. Dün; kardeşlik ve beraberlik için
ödediği ağır bedellerin beterini ödetmek isteyen karanlık çevrelerin linçiyle
karşı karşıyadır. Artık Türk kardeşlerinden yetkin çevre ve camiaların fiili ve
kavli duasını hak ediyor.
Bir bakanın; resmi ve
akredite çevrelerden duyduklarıyla aktardıkları, Doğu’nun hakikatini anlatmaya
yetmez! Kürt bölgesinde her zaman küresel istihbaratlar ve işbirlikçileri
hareket halindedir. Kürt halkı da bu yüzden hareketli ve hararetlidir,
duygusaldır. Tam da bu yüzden zülf-i yâre dokunur. Dosttur; Payitaht
İstanbul’un kapılarında sabahlayan Said-i Kürdi (resmi ağızların
ötekileştirmek için kullandığı lakaptı) gibi acıyı söyler! Ciğeri yanar, nefesi
kor gibi! Dostu da yakabilir ama o yakmada kanayan yara dağlanır, şifa bulur!
Korkma! Beri gel.. Bir
ricayla Alparslan’ın Malazgirt’ine, Viyana Kapılarına giden; Hilafete kast
edildiğinde de Şark’ın Dağlarından idam sehpalarına çıkan; Konya, Zilan, Agirî,
Palu’daki. dost ellerdir bu! Dersim katliamında; “ayıptır, günahtır,
cinayettir!!” diyen mert ellerdir bu! Gel;
Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım:/ Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım” wesselam!