Herkesin kör olduğu bir ülke hayal edin

Dışarıyı görmeye ihtiyacı olmadığı için evleri penceresiz olan

Gece gündüz; karanlık aydınlık kavramı olmayan

Gündüz sıcak olduğu için gecenin serinliğinde çalışmayı tercih eden

Renklerin hiçbir şey ifade etmediği, görmek fiilinin sözlüklerde bulunmadığı bir ülke…

Böyle bir ülkede yaşamak ister miydiniz?

Elbette kimse böyle bir ülkede yaşamak istemez.

Peki ya bütün ömrünüzü bir mağarada sırtınızı dış dünyaya verip gölgeleri hakikat sanarak geçirmek ister miydiniz?

Sanırım bunu da kimse istemez.

Herbert George Wells ve Platon iki farklı alegorik anlatımla insanların içinde bulunduğu durumu çok güzel özetliyorlar.

Bu anlatıları nasıl anlamalı ve nasıl yorumlamalıyız?

Sanırım konunun daha iyi anlaşılması için küçük bir özet yapmak gerekecek.

Ekvator’daki Ant Dağları eteklerinde körler ülkesi diye bir yer…

Bu ülke insanları ‘’Aydınlıktan yarı karanlığa öyle yavaş geçmişlerdi ki ne kaybettiklerinin hemen hiç farkında değillerdi.’’ Son gören nesilde öldükten sonra artık ülkede gören kalmamıştı.

14 nesil sonra Nunez adında bir dağcı bir şekilde körle ülkesine gelir ve bütün insanların kör olduğunun farkına varması çok da uzun sürmez.

Nesillerdir kör olan ve tüm dünyadan kopuk bir şekilde yaşayan Körler Ülkesi insanları için dünya kendi ülkelerinden ibarettir.

Nunez insanları kör olduğuna ikna etmek için kolları sıvar ve bunun çok kolay olacağını düşünür nede olsa o görüyor halk ise kördür; ancak yaptığı hiçbir çaba halkı kör olduğuna ikna etmeye yetmez. Kendisi halk tarafından ‘’öteki’’ ilan edilir. Ötekinin akıbeti ise mutlak güvensizliktir. Körler ülkesi bizlere der ki;

Beşeri ideoloji yuvası; kitlelerin yaşadığı mağaralarıdır. Mağara ise algılarla yönetilir, manipülasyonla kitle ikna edilir.

Çünkü “Körler Ülkesinde Tek Gözlü Kral” olur kaidesince, efendiniz olmak isteyenler; sizlere, sırtınızı gerçeklere dönmeniz ve kalp gözünüzü kapatıp hak ve hakikate karşı durmanızı telkin eder.

Daha anlaşılır olması için her şeyin kaynağına bakmakta fayda vardır. Kâinatı, insanı, insan beynini, duyguları vb somut ve soyut bütün organları yaratan yüce yaratıcımız; elbette insanın nasıl davranışlar sergileyeceğini de iyi bilir.

Nitekim ‘’Şehrin en uzak kesiminden bir adam koşarak geldi ve «Ey kavmim! Gönderilen bu elçilere uyun;

Uyun sizden ücret istemeyenlere. Bunlar doğru yol üzerinde bulunuyorlardır.

(Ey elçiler!) şüpheniz olmasın ki ben sizin Rabbinize imân ettim, beni işitiniz...» dedi.

Ona, «Gir Cennet'e!» denildi. O da «Ah keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama lâyık görülen kişilerden kıldığını bir bilselerdi» dedi.’’ Yasin suresi

Evet, tarih boyunca insanlar kendi saltanatları, krallıkları vb durumlar için halkı manipüle edip hak yoldan ayırmış, bunun neticesinde Allah insanları uyarsın diye peygamberler göndermiştir.

Düşünün bir kere Mekke’de kalp gözü Ebu cehil, Ebu lehepler tarafından köreltilmiş bir halkın kalp gözünü açmak, daha aydınlık bir dünyada yaşamaları için Hz Muhammed’in (s.a.v) verdiği bütün emeklere karşılık, halk Onu dinlemesin diye Ebu cehiller tarafından efendimize ‘’sihirbaz’’ vb etiketler yapıştırılarak halkın Onu dinlemesine mani olunmuştur.

Peki ya günümüzde?

Efendimiz Hz Muhammed’e (s.a.v) sihirbaz, deli gibi etiketler yapıştıranlar, bugün Onun yolunun takipçilerine modern etiketler yapıştırıp halkın onları dinlemelerine mani oluyorlar.

Zihni inşa eden algılardır. Algıları simüle eden ise duyulardır. Duyular işlevini manen veya madden yitirdiğinde zihin yanlış algıların esiri olur. Nitekim kör olmak da körlere has değildir.