Ne oldu bize?

Neden bu hâldeyiz?

Bizde eksik olan ne?

Gazze soykırıma uğrarken neden kınamaktan başka bir şey yapamadık? Oysa geçmişte 3.000 kişilik İslâm ordusu, 100.000 kişilik düşman ordusuna kafa tutmuş ve onları mağlup etmişti. Bugün ne oldu da milyonlarca askeri olan İslâm ümmeti, 300.000 kişilik zalim bir ordu karşısında sus pus oldu?..

Sayımız mı az?

Âlimlerimiz mi yok?

Hayır, bunların hiçbiri değil. Hatta fazlasıyla mevcut.

Üstelik ümmet olma yolunda yüce Yaratıcı’nın “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 104) emrini yerine getirmek için bir araya gelmiş dinî yapıların, halklarına hizmet etmek için gece gündüz çalıştığı bir dönemdeyiz.

O hâlde sorun ne?

Biz nerede yanlış yapıyoruz ya da neyi yanlış anlıyoruz?..

Konunun daha iyi anlaşılması için şöyle bir örnek verelim…

Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ açıkça buyuruyor:

“Müminler ancak kardeştir.” (Hucurât, 10)

Dikkat edin, ayette “aynı grupta olanlar kardeştir” denmiyor. “Müminler” ifadesi, Allah’a iman eden ve Peygamber’ine teslim olan herkesi kapsar. Bu kardeşlik; ırk, mezhep, grup ya da ideoloji sınırlarına sığmaz.

Peki, biz nasıl anlıyoruz?

Günümüzde “bizden olanlar” ve “bizden olmayanlar” anlayışı, kardeşlik hukukunun önüne geçiyor. Aynı kıbleye yönelen, aynı yaratıcıya inanan Müslümanlar; farklı gruplarda oldukları için birbirine selam vermekten bile çekinir hâle geliyor. Hatta, sırf kendi grubunu sevmiyor diye akrabasıyla konuşmayanlar var. Oysa her sohbette “sıla-i rahim”i anlatıyorlar...

Elbette bir Müslümanın bir ilim halkasına veya hizmet grubuna mensup olması doğaldır. Herkesin istifade ettiği bir çevresi, bir rehberi olabilir. Ancak bu bağlılık, iman kardeşliğini daraltacak bir taassuba dönüşmemelidir. Dün Mekke’de Hz. Bilâl’i, Hz. Selman’ı ve Hz. Ömer’i birleştiren ruh, bugün de bütün Müslümanları birleştirmelidir.

Kardeşliğimizi insanların kurduğu yapılara değil, Allah’ın koyduğu imana dayandıralım. Gruplar bir araç olabilir; ama asla amaç hâline gelmemelidir.

Kibir, haset, menfaat ve grupçuluk gibi kalbi kirleten duygular temizlenmeden, ne kadar konferans yaparsak yapalım, birlik sadece bir temenni olarak kalır.

İmam Mâlik ne güzel söylemiş:

“Bu ümmetin sonu, ancak ilkini dirilten şeyle dirilir.”

Yani, İslâm ümmeti ilk dönemlerinde (sahabe ve tâbiîn devrinde) hangi değerlerle yüceldiyse, yeniden yücelmek istiyorsa aynı ilkelere dönmelidir.

Oysa günümüz Müslümanlarının bir kısmı dinini sadece bir kimlik etiketi olarak taşıyor, ama hayatına tam anlamıyla geçiremiyor. Menfaat, grupçuluk ve milliyetçilik gibi dünyevî bağları, iman kardeşliğinin önüne koyuyor.

İşte İmam Mâlik’in sözü tam burada anlam kazanıyor:

“Siz başka şeylerin peşine düştükçe, Allah’ın sizi yücelttiği değerleri kaybedersiniz.”

Müslümanlar yeniden güçlü olmak istiyorsa, ekonomik, askerî ya da siyasî projelerden önce, ahlâkî ve manevî temellerini yeniden inşa etmelidir.

Yazarın dediği gibi; “Ümmet bilinci, toplumsal bir proje değil, kalbî bir devrimdir.”