Geçen yazımızda Müslümanların Hristiyanların ortaçağına özenmeye çalıştıklarını yazmaya çalışmıştık.

Bu yazımızda ise Müslümanların bilim ve teknoloji ile olan ilişkilerini yazmaya çalışacağız. Zira ortaçağda kilise bilime müsaade etmemiş kilise ile çelişen bilim insanlarını diri diri yakmaktan geri durmamıştır.

Çok şükür Müslümanlar bilimle ilgileniyor diye kimseyi yakmıyor; çünkü bilimle ilgilenecek zamanları yok! Bilimle ilgilenmekten daha önemli işleri var. Birbirleriyle savaşmak, birbirlerini itibarsızlaştırmak gibi…

Hal böyle olunca bilim ve teknoloji batı denilen ülkelere kalıyor. Onlar üretiyor ve her yenisini bulunca eskisini Müslümanlara satıyor ve birbirlerine karşı kullanmalarını sağlıyor. Silah gibi…

Tabi herkes savaşmadığı için geri kalanların da birlik olmalarına engel olmak için bir şeylerle meşgul etmek gerek, sosyal medya gibi…

Elbette sosyal medya artık hayatın içinden bir gerçek, zaten sorun sosyal medyayı kullanmak değil, neden, niçin ve nasıl kullanıldığıyla ilgili…

Tam bu noktada bilge kral Aliya İzzetbegoviç’in şu sözünü hatırladım "Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür."

Merak ediyorum neden 1500 yıldır acılar tekrar edip duruyor?

Tarih tekerrür mü ediyor?

Yoksa tekrar eden olaylar mı?

Tarihi yazan da, olay çıkaran da insandır!

Peki, ne oldu da biz bugün bu durumdayız?

Neden sürekli acılar yaşanıyor, bedeller ödeniyor?

Bilge Kral’ın sözünü kendimizce yorumlayıp bir cevap bulmaya çalışalım.

Tarih boyunca İslam davası filizlendiği coğrafyalarda yeşermesi engellenmek istenmiş; fakat nice bedenler kendini siper etmiş, kimi canını, kimi malını, kimi ömrünün bir kısmını, kimi de bedeninden bir parçayı feda ederek İslam davasının kök salıp yeşermesini sağlamıştır.

Böylelikle İslam davası inkişaf etmiş, kök salmış, belli bir sayısal güce ulaşmış, muhatap alınmak zorunda kalınmış ve bununla beraber belli bir refah düzeyine ulaşmıştır.

İslam davası tarih boyunca birçok yere yeni ulaşmış, birçok yerde ise beşeri ideolojilerin etkisiyle halkın İslam’dan uzaklaşması ve İslam nurunun söndürülmesi amaçlanmış; ancak gelecek her acıya göğüs geren birileri çıkmıştır.

İşte acılar burada başlamış, hayatlar hiçe sayılmış, ömürler feda edilmiş, yer yurt terk edilmiş!

Peki, bütün bunları neden yaşanmış veya insanlar bu acılara neden katlanmış?

Cevabı Hz Muhammed s.a.v ’in Bedir Savaşı’nda yaptığı dua ile açıklayalım. "Allah'ım! Eğer bugün bu topluluk (Müslümanlar) mağlup olursa, artık Sana ibadet edilmez."

Belki bugün Allah’a ibadet ediliyor; lakin Müslümanlar mağlup! İki kardeşin hem sahada hem sosyal medyada ki savaşında galibiyetten söz edilebilir mi?

Geçen yazımızda ifade ettiğimiz Müslümanlar, nispeten Hristiyanların ortaçağını yaşıyor sözümüzün devamı olarak nasıl ki onlar Katolik, Ortodoks, Protestan ve alt bileşenleri olarak bölünüp birbirlerini öldürmeye başladılar, bugün Müslümanlar da inançta bölünmeye ve her inançta binlerce gruplaşmaya gidip bir birlerini madden ve manen öldürmeye başladılar.

Aslında yazılacak çok şey var; lakin başka zaman devam etmeyi umuyor ve sözü Abdullah Azzam’ın şu uyarısına bırakıyorum.

Dikkat edin!

... Allah’ı bırakıp gruplara tapar olmayın. Çalışma ve amelinizi farkında olmaksızın (beşeri ideolojilere) kulluğa çevirmeyin. Aziz ve celil olan Allah’a ibadet yerine grupçuluk size yeni bir ibadet olmasın. İnsanların haklarına zulmetmeye sebep olmasın. İslam, İslami davet veya İslami çalışma adına Müslümanların etlerini yiyen, hürmetlerini tepeleyen, ırzlarını paramparça eden olmayın. Dikkat edin dikkatli olun…

Öyle sanıyorum ki Abdullah Azzam bugün yaşıyor olsaydı yukarıdaki uyarısını biraz değiştirip sosyal medya kullanıcıları için yapardı…