Siyaset; bir hedefe
varmak için izlenen yol, taktik ve tarzlar kombinasyonudur. Devletlerin,
devletin çarkını işletirken uyguladığı bir siyaseti olur. Halk nezdinde
siyaset; başvurulan her çeşit entrika, hile ve desise anlamlarına
gelir ki aslında bu tamamen doğru bir tanım değildir.
Her ne olursa
olsun, siyaset; artık siyasi partilerle eşleşmiş bir tanımdır. Bu yönüyle,
bir siyasi yapılanmayı hedefe ulaştıracak veya helak edebilecek cilveleri de
içeren bir organizmadır.
Organizmadır çünkü kendine
göre acımasız kuralları oluşmuştur. Bu kurallar da adeta tarih ve
trafik gibidir; çiğnendikleri zaman ceza keser asla af-fet-mez!!
Aslında affetmek, dinimizin
emri, insani ve belki de siyasi etiğin bir gereğidir amma genel anlamıyla hep
tersine işlenmiş; “Acırsan, acınır hale düşersin” ilkesi daha baskın
işletilmiştir.
Cumhuriyet tarihimizde
siyaset tam da budur. Bu yüzden Cumhuriyet tarihimiz aynı zamanda
bir siyasi partiler mezarlığıdır.
Milli Şeflerin
şahsında tek parti olarak yapılanan CHF (Cumhuriyet Halk
Fırkası), cumhuriyet gereğince bir ihtiyaç olarak kurulan hiçbir partiye
hayat hakkı vermemiştir. Topal Osmanlar, Üç Alilerin
Mahkemeleri; siyasi tarihimizde idam, suikast ve yargısız infazların adı
ve adresi olagelmiştir.
Bunlar da CHF siyasetinin
cilveleri olmuştur. Cumhuriyet ama TEK devlet, TEK parti olarak siyasi
genlere işleyecek şekilde bir mekanizma türemiştir.
Bu etme bulma dünyasında,
kendisi de kaçınılmaz sondan kurtulamamıştır. İnsan, insanın kurdudur. Ne
ekersen onu biçersin. Rüzgâr eken fırtına biçer. Etme kulum bulursun. Çalma
kapıyı, çalarlar kapını. Merhamet etmeyene merhamet edilmez…
Kendi dışında bir yapılanmaya
nefes aldırmayan CHF, kendi rakibini yetiştirmenin önüne de geçememiştir. Bu da
cilve-i İlahi olmalı!
Merhum Menderes’in DP’sinin
tüm kadrosu, CHF’nin mektebinde yetişmiş siyasetçilerdi. Açık oy, gizli
tasnif şeklinde olan seçim komedisine rağmen, ikinci seçimde DP
iktidarını önleyemeyen CHF; “başbakan ve bakanların idam olduğu darbeler
sürecini” yani Şeflerin dönemini işletir ama DP’nin devamı olan
AP iktidarına engel olamaz.
Türkiye’deki iktidarlar;
Menderes’in idamından sonra AP, CHP ve paydaşları arasında dolanan bir
süreç izler.
Kurulan
partiler, sağ ve sol denen bu siyasi yelpazede; ortanın
sağı veya solu diye konumlandılar ama cilve-i
siyaset; daha da şaşırttı: Ortanın
Sağ’ı veya Sol’unun yanına tam sağ ve tam solda olacak şekilde
paralellere veya farklı siyasi çap ve markalara alanlar da
açmaktaydı.
1945’te biten komünizme
rağmen, öteki insanların diyarında hala bir alternatif olabilen sol,
Marxist-Leninist partiler; milliyetçi hatta ırkçı boyutlara vardıran
partiler ve nihayet Merhum Mücahit Erbakan’ın şahsında İslami Dava
içerikli Milli Nizam partisi de siyaset sahnesinde yerini almaktaydı.
Cilve-i Siyaset; her
defasında bir şekilde aslında hep o “ret, inkâr, infaz ve nihayet imha”
edici dişlileriyle siyasi partilere, siyasal yapılanmalara mesajını
veriyor; onları değiştiriyor, dönüştürüyor veya siyaset meydanlarının
dışına atarak siyaset meydanlarından siliyordu.
Türkiye’de sonuç olarak üç
fraksiyon partilerin membaı oldu denebilir. Bunlar; Batıcı seküler zihniyeti
temsil eden CHP; Batı kültürü, müesses nizam ve Müslüman halkın
değerleri arasında konuşlanan laik-demokrat partiler ve nihayet;
Anadolu halkının tüm zorluk ve baskılara rağmen yaşamının bir parçası kabul
ettiği, siyasi yapı ve iktidarlarda mutlaka görmek istediği, gördüğünde taltif
ve takdir ettiği hatta iktidara taşıdığı din ve değerleri esas alan
partilerdir. Bu kanat, esasen şu ana kadar kendi ilkelerine uygun bir
zemin bulamamış İslami Partilerdir ki bunun da bedel gerektiren zeminine
gönüllü talip olan, lafı sağa sola çevirmeden İslami iktidara giden yoldaki
faaliyet ve nihai isteklerini parti tüzüğünde belirtme cüretini gösteren
partilerdir. HÜDA PAR esasen budur. Yalnız değildir ancak o risk ve bedele
talip birinci partidir denebilir.
Şunu da artık anlamış ve
biliriz: Türkiye’deki müesses nizam; görünmeyen ve tanımlanamayan bir
şekilde kendi kutsallarını, ödül ve cezalarını, münker ve maruflarını
oluşturduğu inancındadır(!).
Her ne kadar bu güveni
bulduğu iddiasında olsa da işi, halka ve halk iradesine bırakmayan temkin
ve tedbirlerini de almış ve dayatmıştır. “Değiştirilemez, teklif dahi
edilemez..” esasları Demokles’in Kılıcı gibi siyasetin tepesinde
sallayan Türkiye Cumhuriyetinde cumhuriyet kavramı, henüz makul
tanımının çok gerilerindedir denebilir.
Hala darbe ve tanımsız
karanlıkların racon kestiği ülkemde; siyasi zeminde derde derman arayan
makul insanî ve İslami Cenahların, insanlık otak aklını, vasatı ve makulü
sahiplenmeleri bir zarurettir.
Erişir maksud-ı muradına aheste giden/ Tîz-reftar olanın payine dâmen dolanır” wesselam!