Aksa Tufanı, sadece askeri manada değil her alanda tufan estirmeye devam ediyor.

Basın ve enformasyon, uluslararası ilişkiler ve diplomasi, ekonomi ve iktisat, halkla ilişkiler, ahlaki ilkeler, uluslararası hukuk ve kurallar…

İslami Direnişin sabır ve sebatı, fedakârlık ve ödediği bedeller, ortam ve şartlara kısa sürede uyum sağlaması ve kendini günün şartlarına göre güncellemesi düşmanı hayrette bırakmaktadır.

Bunun karşısında Siyonist düşmanın hiçbir ahlaki ilke ve hukuk tanımaması, tarihte ilk kez bu kadar küçük bir coğrafyada 100 bin tonun üzerinde bombanın atılması, kadın ve çocuk katledilmesi, 200’ün üzerinde gazetecinin hedef gözetilerek öldürülmesi, cami, kilise ve mabedin yıkılması, hastanelerin hedef gözetilerek hasta ve doktorlarla birlikte yakılıp yıkılması…

Aksa Tufanı, savaşan güçler dengesi açısından da tarihte eşine ender rastlanan bir asimetrik savaştır. Yıllardır sıkı bir muhasara ve ambargo altında olan Gazze şehrine karşı bir dünya savaşmakta, fakat bu şehrin direnişi dünyaya üstün geliyor. Dünyadaki bütün devletler ve güçler -İran Yemen hariç- ya Siyonist güçlerin yanında yer almakta ya da nötr davranmaktadır. Nötr davrananlar da yapılan zulüm ve haksızlıklara karşı sessiz kalarak işgal rejiminin ekmeğine yağ sürmekteler.

Bütün bu tabloya rağmen direniş bitmedi, bitirilemedi.

Ateşkes antlaşmasıyla birlikte İsmail Heniyye, Salih Aruri, Yahya Sinvar’ın dışında Direnişin komutanı Muhammet Dayf ve diğer komuta kademesindeki önemli komutanların şehit olduğu da ortaya çıktı.

Direnişin bu önemli komutanların şehit olduğunu gizleyebilmesi ve bu kademeleri doldurması da büyük bir başarıdır.

İşgal rejimi, Aksa Tufanı başlangıcındaki hiçbir hedefine ulaşamadı. Maddi manada böylesine büyük bir gücün hedeflerine ulaşmaması büyük bir hezimet; maddi noktada zayıf olmasına rağmen büyük gücün hedeflerine ulaşmasına engel olmak ise bir başarı ve zaferdir.

Direniş de bunu başardı.

Esir takasındaki görüntüler, esirlere yönelik muamele, esirlerin fiziki ve psikolojik durumu, bir anda yüzlerce mücahidin ortaya çıkması. Gazzelilerin mücahitlere gösterdikleri sevgi ve muhabbet, sahada psikolojik üstünlüğün direnişe geçmesine vesile oldu.

Bütün bu tablo göz önüne alındığında, maddi noktada bu kadar zayıf, eksik ve noksanlığı olan Direniş, nasıl oluyor da dünyaya meydan okuyor?

Bir Mısır, bir Türkiye, bir Ürdün, bir Cezayir, Sudan, Suudi Arabistan ve diğer ülkelerin tek başlarına sahip olduğu silah, asker, ekonomik güç, nüfus ve politik güç, Direnişten çok çok daha fazla ve güçlü…

Bütün bunlara rağmen neden Direnişin yaptığının onda birini hatta zekatını dahi yapmaktan, ortaya koymaktan acizler, yapmıyorlar ya da yapamıyorlar?

Bu kadar küçük ve zayıf olan Direniş nasıl oluyor da kütlesinin çok çok üstünde iş yapıyor? Siyonist işgal rejiminin ‘Direnişle müzakere olmayacak, müzakereyi bombalarla yapacağız’dan ateştes sürecine gelmesi ve Direnişin şartlarını kabul etmesi iyi anlaşılmalı ve tetkik edilmelidir.

Uluslararası alandaki gelişmeler önemli olsa da Siyonist rejim üzerindeki esas baskı ve faktör, direnişin kendisi olmuştur.

Direniş, gücünü Allah’tan ondan sonra kendi insanlarından, öz kaynaklarıyla oluşturmuş olduğu güçten almaktadır.

Lideri, komutanı, askeri, halkı, kadın ve çocuğuyla neredeyse yarım asırdır yapmış olduğu maddi ve manevi hazırlık sonucu bu başarıyı yakalamıştır. Bu, bütün ümmete ve Müslümanlara örnek olmalıdır.