İslam coğrafyası, emperyalistler tarafından dizayn edilirken, adalet ve hakkaniyet gözetilmemiş, sorun ve krizleri sona erdirme değil, var olan sorunları körükleme ve yeni sorunlar çıkarma mantığıyla hareket edilmiştir.

Kürtlerin, Beluçların dört parçaya bölünmesi, 22 tane Arap devletinin kurdurulması, Pakistan-Hindistan arasındaki Keşmir Sorunu, Filistin’in Siyonistlerce işgali…

Bütün bu sorunlar her an kaşınmaya müsait ve savaş çıkaracak potansiyele sahiptir. Son günlerde Pakistan ve Hindistan arasında tırmanan ve savaşa doğru ilerleyen gerginlik de bu politikaların bir sonucudur.

Pakistan, hem nüfus, hem ekonomik hem de askeri bakımdan Hindistan ile boy ölçüşemez. Hele hele Hindistan’ın atom bombasına sahip olmasıyla bu makas daha da açılmıştır. Pakistan bunu dengelemek için milli bir dava olarak nükleer silahlara sahip olma politikası gütmüştür. Pakistan’ın nükleer silahlara sahip olması öyle kolay olmamıştır. Bu teknolojiye sahip değildi ve kendisine yardımcı olacak bir ülke de yoktu.

1971’den itibaren bunun startı verildi. Pakistan Devlet Başkanı Zülfikar Ali Butto’nun, ‘Hindistan ile bin yıllık bir savaşa giriyoruz ve ot yemek zorunda dahi kalsak bir atom bombası yapacağız,’ sözleri o döneme damgasını vurmuştur.

Çok gizli yürütülen çalışmalar, karaborsadan temin edilen uranyum ve aletler, kişisel gayret ve çabalarla bu alanda mesafe kat edilmiştir. Çalışmalar sekteye uğratılsa da sonuç alındı.

1998 yılının 13-15 Mayıs tarihlerinde Hindistan’ın 5 nükleer test gerçekleştirmesinin ardından Pakistan Başbakanı Navaz Şerif, “Güvenliğimiz ve tüm bölgenin barış ve istikrarı ağır bir tehdit altına girdi. Gereken müzakerelerin ve sürecin dikkatlice incelenmesinden sonra stratejik dengeyi yeniden kurma kararını aldık. Nükleere başvurmamız, ulusal savunmamız adına alınmış bir karardır,” şeklinde açıklamasının ardından Pakistan, 28 Mayıs 1998 tarihinde Belucistan eyaletinin Chagai bölgesinde tarihindeki ilk nükleer testleri yapmıştır.

Böylece bütün dünya Pakistan’ın nükleer silahlara sahip olduğunu öğrenirken, aynı zamanda atom bombasına sahip ilk Müslüman ülke de olmuştur.

Pakistan'ın nükleer bombasının babası olarak bilinen Abdul Kadir Han, 2009 yılındaki bir röportajı sırasında atom bombasını 1984 yılında ürettiklerini ancak tepkilerden çekindikleri için bunu ilan etmediklerini açıklamıştır.

Mesaj çok açık ve netti: Pakistan, güvenliğini tehlikede gördüğü an atom bombalarını kullanmaktan çekinmeyecekti. İşte bu durum, Hindistan’ı korkutmuştur. Keşmir ve Pakistan’a yönelik planlarını akim bıraksa da baskı ve tehditlerini devam ettirmiştir.

Hindistan işgali altındaki Keşmir’deki Pahalgam kasabasında 22 Nisan’da gerçekleşen bir saldırıda 30 turist hayatını kaybetmiştir. Hindistan bu saldırının arkasında Pakistan'ın olduğunu iddia ederek misillemede bulunacağı tehdidinde bulunmuştur. Olayın hemen akabinde Pakistan Savunma Bakanı Khawaja Muhammad Asif, olayla bir ilgilerinin olmadığını ve “uluslararası denetçiler tarafından yürütülecek her türlü soruşturmaya” tam iş birliği yapmaya hazır olduklarını belirtmiştir.

Hindistan’ın amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Elbette böyle davranmasında son dönemde Siyonist işgal rejimiyle gerçekleştirdikleri ilişki ve işbirliği, İslam âleminin bölük pörçük hali, Gazze’nin durumu bunu tetiklemektedir.

ABD ve Batı dünyası, nükleer güce sahip bir İslam ülkesi istememektedir. ABD, ‘Pakistan nükleer silahlarını koruyamaz, bunları ben koruyacağım,’ iddialarıyla Pakistan’ın elindeki atom bombalarını almaya ve kontrol etmeye çalıştığı aşikârdır.

Pakistan’ın nükleer silahlara sahip olma çalışma ve gayretinde ne kadar haklı olduğu ve bu kararın isabetli olduğu bu son olaylar bir daha ispatlamıştır…