Akıl Allah'u
Teâlâ'nın insanoğluna verdiği en büyük bir nimet ve her çıkmazda yolunu
aydınlatan bir nurdur. İnsanoğlunun sair mahlûklardan farklılığı, onun akıl ve
irade sahibi olmasıdır. Ancak insan aklını doğru yönde kullanmazsa onu bir
felakete de götürebilir. Zira akıl ve iradesini kullanmada insan serbest
bırakılmıştır.
Kimi insanlar
aklını iyi yolda, kimileri de kötü yolda kullanırlar, kimileri de hiç kullanmaz
atıl bırakırlar. Özellikle evrendeki yaratıklara bakıp Yaratıcıyı idrak etmez,
O'nun huzurundaki konumlarını, düşünmezler, akıllarını kullanıp kendilerine
faydalı olacak ve fenalıklardan kurtaracak işler yapmazlar.
Akıl bir nimet,
bir nur ve paha biçilmez bir cevherdir. Peygamberimiz sallellahu aleyhi
vesellem, aklın fazileti hakkında şöyle buyurmuştur: "Hiç kimse
kendisini hidayete götürecek ya da tehlikeden alıkoyacak akıldan daha faziletli
bir şey (bir rehber) bulamamıştır." (Müfredat, s: 511)
Yine aklını
doğru yönde kullanan ile kullanmayan arasındaki farkı şöyle açıklamıştır: "Akıllı
insan, nefsini kontrol altına alıp ölümden sonraki hayat için hazırlık yapan
kimsedir. Aciz (tembel ve ahmak) insan da nefsinin hevasına (istek ve
arzularına) uyup ta Allah'tan (olmayacak şeyleri) temenni eden kimsedir." (İbni
Mace, Zühd: 31)
Aklı olmayan
veya olduğu halde doğru çalışmayan insanın hiçbir değeri yoktur. İslam'a göre,
ancak akıllı insanlar Allah'ın tekliflerine yani emir ve yasaklarına karşı
muhataptır. Çocuklar ve deliler İslam'ın hükümlerinden sorumlu değildir. Zira
Allah'ın teklifleri ancak akılla idrak edilir. İslam akıllı mahlûklara
(insanlara ve cinlere) hitap ediyor ve onlara akıllarını kullanmalarını
emrediyor.
Ancak İslam akla
bu kadar önem verdiği halde, hiçbir zaman onu son karar mercii, bilginin son
hakemi yapmamıştır. İslami hükümlerin hikmetini ve faydalarını akıl anlar, ama
onların sebep ve hikmetini, niçin ve neden emredildiklerini tam idrak
edemez. Bir şeyin iyi mi kötü mü olduğuna akıl bir noktaya kadar cevap
verebilir. Mutlak doğruyu, mutlak faydayı akıl bilemez.
Sahibini
şirkten, inkârdan kurtarıp yüce mabuduna bağlayıp hidayet yoluna iletmeyen
akıl, iyi bir rehberlik yapmış değildir. Ölümden sonraki hayata dair
tehlikelerden sakındırmayan, cehennem azabından kurtaramayan akıl, iyi çalışan
bir akıl değildir.
Akla nakil, yani
Kur'an ve Sünnet yön verirse, hakikat yolunu bulur, isabetli karar alabilir ve
sahibini aydınlığa çıkarır. Bu iki esastan yani Kur'an ve Sünnetten ayrıldığı
zaman hedeften sapmış, yolunu şaşırmış, sahibini dalalete ve sonu belirsiz
karanlıklara götürmüştür.
İslam, aklı putlaştıran,
onu son hakem, karar mercii sayan bütün pozitivist düşünceleri ve felsefeleri
reddeder. Zira insan kuldur, kulluğun haddini bilmeli, yüce yaratıcıya ait olan
işlere uzanmamalıdır. Kendisini en güzel şekilde yarattığı gibi, maddi ve
manevi ihtiyaçlarını, dert ıstıraplarını da en iyi bilen O'dur: "Düşünüp
aklını kullanan bir topluluk için elbette açık deliller vardır." (Bakara:
164)
Sonuç olarak
aklını mabudlaştırıp nefsinin hava ve hevesine uyan insan, muvazeneden çıkar,
doğru yoldan sapar. Kur'an-ı Kerimin ifadesiyle; öylelerini peygamber
dahi doğru yola getiremez: "Nefsinin heva ve hevesine uyup kötü
duygularını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? (Ey Resulüm!) şimdi sen mi
ona vekil olup kurtaracaksın?" (Furkan: 43)
Mevla hidayet verdikten sonra şaşırıp sapıklığa düşürenlerden, Deistlerden eylemesin! Âmin.