Müslüman bir âlimin, bir vaizin, bir aydının, bir
sanatçının, bir siyasetçinin ve bir davetçinin kendi halkına, toplumuna karşı
önemli sorumlulukları, vazifeleri var. Olup bitenler karşısında bana ne deme
lüksü yoktur saydığım kişilerin. Olanlardan, olacaklardan sorumludurlar çünkü.
Sorumluluklarını yerine getirmedikleri zaman Allah’ın huzurunda cezaya müstahak
olurlar. Cennet hayalleri kurarken cehennemin acı gerçeğiyle yüz yüze kalma
riski vardır işin içinde.
Geçen cumartesi Batman’da Türkiye’den birçok âlim ve aydının
katılımıyla bir çalıştay düzenlendi. Namaz Çalıştayı… Orada konuşulanlar,
özellikle verilen istatistikler gerçekten ürkütücü. Biz acı gerçeklerimizi
konuşmadıkça, çeşitli sebeplerle hasıraltı ettikçe, sorunlarımız katmerleşiyor,
kangren oluyor ve tedavi çabaları da gittikçe zorlaşıyor.
Çalıştayda konuşulanlar, verilen istatistikler Türkiye’nin
yüzde doksan dokuzu Müslüman söylemini ne yazık ki çürütüyor. İki yıl önce her
kesimden beş bin kişiyle yapılan bir anket çalışması açıklandı çalıştayda.
Veriler, gün geçtikçe inançsız bir topluma doğru gidişin olduğu acı hakikatini
gözler önüne seriyor. Verilere göre toplumun yüzde sekseni namaz kılmıyor.
Halkın üçte biri kadere inanmıyor. Yüzde yirmi beşlik bir kesim peygamberler
hakkında şüphe içinde. Allah’a inanmayanların sayısı ise gün geçtikçe artıyor.
Ne yazık ki her geçen gün toplumu etkisi altına alan bu
inançsızlık ve namazsızlık hastalığı daha da ileri boyuta varıyor.
Âlimlerimiz ve aydınlarımız bu büyük tehlikenin farkında
olmalı. Toplum elden gidiyor. Topyekûn bir irşat ve davet seferberliği
başlatılmazsa, bu mücadele her şeyden daha öncelikli hale getirilmezse yarın
öbür gün istenilse de artık bir şey yapılamaz.
Topluma giderken sanki İslami bilinç ve hassasiyeti yüksek bir
topluma hitap ediyormuşuz gibi bir dil ile söylemi terk etmek zorundayız.
Tehdit dilini bırakmalıyız. Sevgi diline sarılmalıyız. İmanı ve namazı
sevdirmeliyiz. İnsanları Allah’la tehdit etmek yerine Allah merkezli bir
düşünüş ve yaşayışın kurtarıcı, özgürleştirici, mutluluğa kavuşturucu yönünü ön
plana çıkarmalıyız. Yarısına yakını meleklere inanmayan, peygamberler konusunda
şüphe içinde olan, yüzde sekseni beş vakit namaz kılmayan bir toplumla karşı
karşıyayız çünkü.
Modernizmin, seküler yaşam tarzının, teknoloji ile gelen
emperyalist kültür dalgasının esiri konumunda olan, İslami düşünüş, kültür ve
yaşayışa yabancı bir toplum gerçeğini kabul ettikten sonra kolları sıvamalı,
sabır ve şefkatle ıslah seferberliğini başlatmalıyız.
Halkımıza, anne babalara, genç nesillere yaklaşan büyük
tehlikenin korkunçluğunu hatırlatmalı, onları uyarmalıyız. İslam davetçileri
hem müjdeci hem de uyarıcıdırlar. Halka İslam’a sarıldıkları zaman, Allah’a ve
O’nun yüce dinine kucak açtıkları zaman elde edecekleri güzellikleri anlatmakla
yükümlü oldukları kadar İslam’dan uzaklaşmanın yol açtığı, açacağı musibetleri,
kötülükleri, yozlaşmayı, felaketleri de anlatmakla yükümlüdürler. Uyarırken
tehdit edici, haşin bir dil yerine hüzünlü, sitemkâr, endişeli, sevgiyle
yoğrulmuş bir dile sahip olunmalı.
Evet, artık çığlık çığlığa bağırma zamanı! İnsanları derin
uykudan uyandırma zamanı! Böyle devam ederse bela ve musibetlerin yağmur gibi
yağacağı günlerin yakın olduğu uyarısında bulunma zamanı!
Rabbimden âlimlerimiz için bilinç istiyorum! Aydınlarımız
için iman ve inanç… Davetçilerimiz için ise gayret ve silkiniş…
Âlimlerimiz ve aydınlarımız tehlikenin farkına varıp
seferber olurlarsa, boş, faydasız tartışmalarla, ümmetin vahdet ve moralini
çökerten ihtilaflı konularla uğraşmak yerine toplumun imanını kurtarma derdine
düşerlerse o zaman kötü gidişatı tersine çevirme ümidi doğar.