Nedense toprağı özlüyoruz; doğal
yaşam alanlarına sığınmak istiyoruz, şehrin kalabalığından betonundan…Kırsal
yerlerde her şey doğal, orada yaşamın döngüsünü, ahengini düzeni görüyoruz. İsraf yok, her şey doğal akışında yürüyüp
gidiyor. Hadi canım sözü bağlamaya çalış dediğinizi duyuyorum. Ne mi anlatmaya
çalışıyorum, son zamanlarda Küreselleşme tehdidinin ortaya çıkardığı susuzluğu…
Bir su problemiyle
karşı karşıyayız. Doğal kaynakların sınırsız olduğunu düşünen bizlere yaratıcının
ikazıdır yaşananlar belki de. Suyun kenarında abdest alıyorsanız da israf
yapmayın diyen bir medeniyetin evlatları olan bizler, bugün susuzluk yaşıyoruz.
Daha ne israflarımız var bunun gibi. Su israfı; israfın en önemlisi, ne oldu
sahi bize, tasarrufu anlatmadılar mı bize…
İdareciler bas bas bağırıyor;
tasarruf, tasarruf diye… Onlardan önce de bizim çağlar öncesi gelen ilahi
mesaja kulak vermemiz gerekmez mi?
"Yiyiniz, içiniz, fakat isrâf etmeyiniz; çünkü Allah israf edenleri sevmez. (Araf,31)
Abdest alırken dahi
israf ediyoruz, 3-5 litreyle gusül abdesti alan resulü örnek! alan biz depoyu
boşaltıyoruz. Haksız da sayılmayız, çok kirlendik çok, ancak bu kadar su bizi
kirlerimizden arındırır değil mi?
Temizlik diyerek
sokağı, caddeyi suya gark ediyoruz. İçin siz de taşlar, serseri kaldırımlar,
susamışsınız. Bugün boşa akıttığımız her bir damlayı yarın çok arayacağız.
Bugünlerimiz iyi günler. Yerel yönetimlerin ciddi önlemler alması elzemdir.
Hanede kişi başına düşen su miktarını hesaplayarak; belirlenen miktarın üzerine
harcama yapanların ton/fiyat miktarını ciddi derece yükseltip insanımızın
tasarruf yapmaları sağlanmalıdır. İnanın
susuzluk virüsten çok daha ciddi bir mesele. Bu konu üzerine eğilmese ileride
çok büyük sorunlarla baş başa kalırız.
Her yıl aynı sorunları
yaşıyor, bu gündemle yatıp kalkıyoruz. Susuzluğun tek sebebi gereğinden çok
harcamamız değil elbet. Kim bilir günahlara, seküler yaşamın şartlarını nizam
belleyen bizlere ilahi bir kazdır da.
Haydi bir bakalım ne
yaptık. 3.5 Milyon Suriyeli muhacir bizlere sığındı, bizden kucak açmamızı
beklediler. Onlara yurt olmamızı istediler, ama kurtlarla karşılaştılar. Ucuz
işçi diye çok cüzi miktarlara çalıştırdık, çalıştırıyoruz. Aramızdan adaleti,
merhameti kaldırdık. Çevremizden bihaber yaşadık/yaşıyoruz. Evlatlarımız,
uyuşturucunun batağına saplandı. Kanıksadık olup biten her yanlışı. Etrafımızda
olup biten haksızlıklara/yanlışlara ses çıkarmaz olduk. Gayretullaha dokunan
nice zulümlere kayıtsız kaldık. Benden olsun da isterse çamurdan olsun deyip
kayırdık eş, dost ve ahbaplarımızı. Dürüst davranmadık, emin vasfımızı
yitirdik. Ana babamızın hakkına riayet edemedik. Hasılı yeryüzünde fesadın
yayılmasına katkılar! sunduk. Tabiri caizse sırtımızı Allah’a döndük.
Allah’a dayan, sa’ye
sarıl, hikmete râm ol...
Yol varsa budur,
bilmiyorum başka çıkar yol.
Özümüze dönmek;
‘’Sa’ye’’, ’’Hikmete’’ sarılmak lazım. Yoksa başkaca bir kurtuluş yolu görünmüyor
ufukta.
Hatırlayın o Hacer
validemizi, evladı Hz.İsmail’e su arayışını, o haleti ruhiyesini. Safa’dan
Merve’ye koşturmasını, kan ter içinde kalışını… Çabaladı, bir amaç uğruna fedakârlık yaptı. Allah da ey
kulum senin çabanı karşılıksız bırakmayacağım dercesine, Hz. İsmail’in
ayaklarının altından sular fışkırttı.
Bizim suya kavuşmamız
için bir çabamız var mı, yeryüzüne adaleti, merhameti sevgiyi insanlığın tüm
güzel hasletlerini yayacak; çevremize duyarlı olacak bir yürek ortaya koyuyor
muyuz?
Bu ayetin üzerine kafa
yormanızı istirham ediyorum.
‘’İnsanların
kendi ellerinin (irade ve ihtiyarlarıyla) yaptıkları işler (günahlar) yüzünden,
karada ve denizde fesad meydana çıktı ki, Allah, işledikleri günahlardan bir
kısmının cezasını (dünyada) onlara taddırsın. Olur ki (küfürden ve işledikleri
günahlardan tevbe ederek) dönerler.’’ (Rum,41)
Kalın sağlıcakla.