Bu hafta içi, kadın
cinayetleri ana haberin, ana başlığıydı. Evet üç kadın öldürüldü, aslında üç
can üç insandı ölen. Medya dilimiz erkek şiddeti diyerek erkekleri topun ağzına
veriyor. Hepsine kibrit suyu döküp kurtulmak gerekir bu erkeklerden nedir
sizden çektiğimiz.
Ne oluyoruz efendiler;
bu cinayetlere üzülmeyen insan insan olamaz elbet. Ama cinayeti erkek olmaya
bağlayan zihniyet hastalıklıdır. Bugün toplumsal bir cinnet hali yaşıyoruz.
Ahlaki zafiyetlerimiz var, dini hayatı dünyamızdan çıkarınca yaşadığımız hal
kaçınılmaz oluyor.
Hülya HÖKENEK:
(Habertürk)‘’Birincisi kadın cinayetleri politiktir. Lanet olsun bu erkek
düzenine. Gaddarca, vahşice başımızda bulunan bu erkek düzenine…’’
Erkek egemen düzenden
rahatsız olanlar, kadın egemen bir düzen oluşturmaya çalışıyor aslında. Bugün
kadınıyla erkeğiyle; dinin belirlediği alanda olmaya razı olunsaydı aslında
sorunlar çözülürdü; ama yetmiyor bize belirlenen alan. Hep daha fazlasını
istiyoruz.
Şu söze bakar mısınız;
Kadem Başkanı; twitter hesabında; Kadınların güvende olmadığı bir dünyada
toplumsal adalet ve vicdandan bahsedilemez.’’
Kim güvende ki, kadın
erkek çocuk… İlimizde Peron
altgeçidinde kaçımız akşamları güvenle geçebilir, her birimiz korku içindeyiz.
Evimizde hırsız korkusundan tedirginlik içindeyiz. Kim güvende hanımefendiler?
Şanlıurfa’da beş can
gitti. Yol verme sebebiyle Aksaray’da gurbetçi adam öldürüldü. Daha nicesi… Bir
sokak köpeği öldürülseydi daha çok gündem olacaktı. Kadın da değiller pardon,
vazgeçin kadın üzerinden prim yapmaya insani bakın olaylara. Ölümleri
yarıştırmayın. Gündem yapmadınız bunca ölümü, habercilik de buydu aslında iletişim
fakültesinde böyle öğretilmişti. Kadın, hayvan olunca kadrajı yakınlaştır, büyük
puntolarla göster. Erkeğin canı cehenneme önemli değil.
Evlilik gibi kutsal
kurumu, ne hale getirdik. Bunda kadın egemen yasaların etkisi yadsınamaz. Erkeğe
kelepçe takmak, onu evden uzaklaştırmak, süresiz nafaka getirmek, çocuğuyla görüştürmemek,
kadın beyanını esas almak vs. hangi derde derman oldu. Evlilik binasını;
takva üzerine inşa etmemiz gerekirken, para üzerine inşa ediyoruz. Kağıt
dostalar kağıt. O ev ayakta kalır mı? Uçurumun kenarına inşa ettiğimiz
-ev-lilik hafif bir rüzgarda alaşağı oluyor.
Vicdanı, merhameti
büyütmemiz gerekirken; cüzdanları büyüttük ve değer yargılarımız onun etrafında
şekillendi. Tahammülü, kanâati
yitirdik. En ufak bir tartışmayla, iğne ipliğine bağlı yuvamız yıkılıp gidiyor.
Kadın üzerinden nemalanan,
onu korumak değil ondan faydalanan zihniyet; ‘’anneliği’’ evden kopardı. Çalış
ne iş olursa olsun, sen de her işi erkek gibi yaparsın diyerek onu fıtratından
koparan telkin ve yönlendirmeler ve bunun için tüm yolların açılmasıyla evde
ana kalmadı. Yürü be Ayşe, senin neyin eksik, elini sallasan ellisi! Şu
suratsız Ahmet’e mi kaldın, boşa gitsin. Görsün gününü. Sana kızarmış ha, paşa
gönlünce gezip tozmana, alışverişe gitmene karışmak neymiş görsün şimdi.
Peyami Safa’ya
atfedilen bir söz çok dikkat çekici; Ev kadınlığını hizmetçilik sandığı için
kendisini üniversiteye atan bir kızın kültüründen de, ahlakından da bu
memlekete hiçbir hayır gelmez.’’
Hayati İnanç’a kulak
verelim. Kaymakam dostuma: Hanımının ne iş yapıyor dedim.
Kaymakam: Hanımım çalışmıyor
dedi.
Hayati İnanç: Peki
gömleğinizi kim ütülüyor, çocuklara kim bakıyor, yemeği kim yapıyor?
-Hanımım.
Bunlar iş değil mi? Kaymakam
başını eğdi, hak vermişti.
Evet dostlarım, ev
hanımlığı en büyük iştir, en mükemmel vazifedir. Bütün işlerden daha yorucudur.
İki
taraf da Kuranın tabiriyle birbirlerine örtü olmalı, takva örtüsüne
bürünecekler. Sevgi ve merhamet örtüsüne bürünecekler. Erkek hanımını Allah’ın
emaneti görecek.