Geçen hafta sanata sahip çıkmadığımızı, bu alanı boş
bıraktığımız için üretim kabızlığı çekenlerin oluşan boşluğu doldurduğunu,
dolayısıyla kusurlu olduğumuzu belirten, özeleştiri niteliğinde bir yazı
yazmıştım.
Allah elmayı yaratmış ama elmanın tadına varacak damağı da
var etmiştir. Ya da gülün kokusunu halk etmekle kalmamış, bu nefis kokuyu
hissedecek burnu da yaratmıştır. Buna benzer harika manzaraları gören
gözlerimiz ayrı bir yaratma şaheseridir. Kâinattaki her sesi değil, ancak
duyulması gereken kadar ses titreşimlerini algılayan kulaklarımız muhteşem
organlarımızdır.
Bütün bunlar gibi Allah içimize sanat duygusu, üretme
kabiliyeti yerleştirdiyse, elbette bu yeteneğin uygulama alanına göre
değerlendirilmesi, bizlerin cüz’i iradesine bırakılmıştır. Ama Müslüman olarak
hayatımıza çeşitli kısıtlamalar getirerek, hele ki bu çağda sinemayı,
tiyatroyu, resim, karikatür vb. alanlarda hiçbir şey üretmeyerek, alanı boş
bırakmak akıl kârı değildir.
Bizlerin boş bıraktığı bu alan, isim yapma derdinden başka
bir gayesi olmayan, unutulmaya yüz tuttuklarında ise saçmalayarak kendini tekrar
gündem edinmek isteyen kişilerce doldurulmaktadır.
Böylece seküler kesimin tekeline geçen sanat, sürekli olarak
değerlerimize saldırdı, inancımızı dövdü. Yıllarca filmlerde imam/hoca
karakterleri hep sahtekâr, bağnaz bir tipleme ile karşımıza çıkarıldı. Şaban
veya Ramazan gibi İslami isimler, aptal anlamında kullanıldı.
Hababam Sınıfı diye seri şeklinde çekilen filmlerde, olumlu
birkaç davranışın perdesi altında, nice kötü huylar topluma enjekte edildi.
Filmde hırsızlık, gasp, sahtekârlık gibi davranışlar; samimiyet, arkadaşlık
gibi hasletlerin içine enjekte edilerek toplumumuza aktarıldı. Hababam film
serilerinde; kopya çekmek, okuldan kaçmak, öğretmenlerle dalga geçmek, dersi
kaynatmak, evlilik dışı ilişki yaşamak ve birliktelikten çocuk peydahlamak,
yarışmalarda gayrimeşru her türlü yola başvurmak gibi hasletlerin hepsi
mevcuttu.
Yıllarca bizler bu tür filmlere gülüp geçtik. Ama gizliden
gizliye bilinçaltlarımıza zararlı ideolojiler şırınga edildi. Zamanla işi iyice
azıtıp, yengeleriyle birlikte olma gibi bir sürü cinsel sapıklığa cevaz verecek
filmler kurguladılar.
Türkiye’de sanatçı olma ya da sanat camiasında yer edinmedin
yegâne şartı; İslam’a saldırma, inancı küçümseme, toplumun değerlerine saldırma
şeklinde bir teamül oluştu. İslam medeniyetinin bizlere kazandırdığı muazzam
bir kültür birikimi var iken, sanatçı takılan bu grubun böyle pervasızca
içinden çıktıkları topluma saldırmaları, kanaatimce bizlerin sanata olan
ilgisizliğimizden kaynaklanıyordu.
Bazen şöyle bir şey gelir aklıma: Acaba ABD, şu an sahip
olduğu kovboy tarihi yerine, bizim geçmişimize sahip olsa idi, neler neler
yapardı? Ne muazzam filmler, sanat eserleri, romanlar, tiyatro oyunları
sergilenirdi ama değil mi? Adamlar “Vahşi Batı” diye tanımlanabilecek
geçmişlerini dahi sempatik hale getirmeyi sanat adı altında başarabilmişler.
Bu anlamda ben western filmleri izleye izleye kovboy
hayranı, kızılderili düşmanı olmuştum. Büyüyüp tam tersine alışabilmek hayli
zamanımı aldı. Şu an bilmem ne kuşak gençlere Batı’nın vahşiliğini belletmek
aynı şekilde zor oluyor. Malik el Şahbaz (Malcolm X) ne güzel ifade etmiş: “Eğer
dikkatli değilseniz, gazeteler sizin zulüm gören insanlardan nefret etmenizi ve
zulmü uygulayan insanları sevmenizi sağlar.”
Aynı sözleri söyleyip, cümledeki “gazete” yerine “sanat”
kelimesini yerleştirirseniz, herhalde meramım daha iyi anlaşılır.