Demokrasi; halkın
yöneticisini seçtiği yönetim şeklidir ve Batı (Yunan) menşeli bir
kavramdır. Batı’nın halihazırdaki demokrasi, sandık, halk
iradesi ve parlamenter sistemi, halkı Müslüman ülkelerle kıyaslanmayacak
derecede kendini temsil etmektedir.
Müslüman ülkeler, halkın
iradesi alanında kayda değer bir yol elbette almışlardır ancak birçoğunda,
Antik Yunan’ın bile çok gerilerinde, komplo ve dayatmalar vardır.
Batılı anlamdaki demokrasi, için almamız gereken daha çok yol vardır.
Batı demokrasilerinde;
yöneten ile yönetilen, devlet ve halk arasında bir rejim sorunu yoktur.
Müslüman ülkelerin
ekserinde; biten her seçimin bir türlü bitiremediği, bitirmek
istemediği hayli sorun vardır.
Mesela Suriye’de %8’i temsil
eden Esed’in halkının ne düşündüğünü sormayacağı bir gerçek. Mısır’da, Hicaz
Beyliklerinde de durum aynı…
Gerçek halkın
iradesinin İslami bir yönetim olacağı bilindiği için bu irade de her
defasında hakem kararlarıyla en nihayet silah zoruyla alt edilmektedir.
Tam da bu yüzden Müslüman
ülkelerde hiçbir parti, siyasi yapılanma hatta iktidar… genel anlamda
kendisi olarak yaşayamıyor. Dindarı da dinsizi de -itiraf etmek
lazımdır- kendi gerçeklerine rağmen yaşamaktadır. Bu ikiyüzlü yaşam, gerçek
kahramanların sahneye inmesine engel oluşturmaktadır.
Bu tanımsız yaşam
şekli; sahneye inen nice kahramanı, dâhiyi, duayeni, yerliyi de “görülen
lüzum üzere istenen tarzda yorumlanabilen, değişik çap ve markada
kullanılabilen araçlarla” değiştirmekte, dönüştürmekte; direnç gösterenleri ise
ötekileştirmekte hatta sahnenin dışına atabilmektedir.
Yani bizim ellerde her kes
her şeyi bilir ama değme hiç kimse o bildiği şeyi gereğince ifade
edememektedir. Hakk’ın ve hakikatin şikâyeti, halkın kadim feryadı da bundandır.
Ey Yeşil Sarıklı Ulu
Hocalar bunu bana öğretmediniz /Bu kesik dansa karşı bana bir
şey öğretmediniz/ …Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı/ Ama yine
de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim/ Bunu bana söylemediniz/
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler/ Bunu bana öğretmediniz/ Kardeşim
İbrahim bana mermer putları/ Nasıl devireceğimi öğretmişti/ Ben de gün
geçmez ki birini patlatmayayım/ Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini
ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz” (İsmet Özel)
Evet doğrudur. Kimseler
bunları öğretmedi, öğretemedi, bu gidişle de öğretemeyecek
ama öğretemeyen pek haksız da sayılmaz. Hz Peygamber (as)’ın
Ammar bin Yasir’e; “…eziyette yine inkar edebilirsin” sözünün neden
söylendiğini artık daha iyi anlıyoruz.
Burada asıl suç ve suçlu;
halkın iradesine rağmen var olmaya çalışan zihniyetindir. Çünkü onlar da
beter bir garabet içindedir. Mesela Kur’an’a; “Arap Oğlu’nun saçmaları…” diyen
Mustafa Kemal’in ne mertebe bir dindar olduğunu, adeta tekkede derviş olduğunu
anlata anlata bir hal oldular. Ne gerek vardı? Aslında her kesin gerçek
kimliğiyle yaşatılması daha sıhhatli değil mi?
İşte halk ile rejimlerin
kedi-fare oyunu oynamadığı ortamlarda; insanların ruh ve beden sağlıkları
kavileşir; doğal bir vatandaş kitlesi ve kahramanlar oluşur. Zaten bunun aksine
de “Zulm ile âbâd olanın, ahiri berbâd olur!”
Seçim süreçlerinde kamuoyu
yoklamaları yapılıyor. Şunlar soruluyor:
Şu kişi veya parti için;
“tamam mı devam mı?” Tamam dese bir şey değişecek mi? Hayır!
“..oy verir misiniz?” peki
vermem dese bir alternatifi var mı? Yoktur!
“Asla veya kesinlikle”
sorusuna; asla (istemem) dese, isteyeceği bir yasa veya rejim alternatifi
var mı? Hayır!
“İyi yönetiliyoruz/
yönetilmiyoruz” sorusuna vereceği hangi cevap, mükemmele götürebilecek?
Bu soruların sorulma
şekli zaten sıkıntılı. Siyasi bir partinin veya halkın ne istediğine
dair bir soru veya seçenek yoktur. Halk istediğini düşünsün ama o düşüncenin
pusulada bir karşılığı yoktur.
İşte bütün bunların sonucunda
da ekser halkı Müslüman ülkelerde; rejim ile hak, yönetilen ile yöneten,
resmiyet ile gayri resmi, konuşulan ile konuşulmayanların
çatışması vardır.
Daha da
kötüsü; eleştirdiğimiz bütün bu kadim enkaz ve molozları kaldırabilecek
imkan ve kabiliyette, birikim ve cesarette, o ilim ve irfana sahip İslami Yapı
veya yapılar var mı? İşin burasında da ciddi sorunlar var.
Koca Rusya’yı zelil eden
Afgan cihadı, kendi arasında bir tevhide gidemedi. Şehit Muhammed Mursi infaz
edilirken, Selefi Nur Cephesi, darbeci Sisi’nin vitrininde yer alabildi. Suriye’de;
her biri Esed’i tek başına yenebilecek Cihad cepheleri, birbirini perişan etti.
Bizde; sağa-sola konuşlanmış siyasal yapılanmalar, gelecekteki kriz veya
çözümlerin şimdiki resimleridir.
Olsun! Yetmez ama biz böyle
de güzele ulaşabiliriz demek ki! Madem ki bir yapı, diğer bütün yapıları
sırtlayamıyor; madem ki hizmete talip farklı farklı yapılarımız var; madem ki
her camia kendine çekiyor, bu durumda kim veya kimler kazanacak?
Bildim ve buldum: hepsinin
kahrını çeken kazanacak!
Şükür ki gamsız dertsiz değiliz. Derdimiz var ve derdimizi seviyoruz wesselam.