Bu dünyada hiçbir şey
tesadüfi değildi ve olmaz, bir şeye ihtiyacın varsa arayacaksın. Hidayete ermek
için de yolunu aramak ve yola koyulmak gerekir. Bu kâinatın düzeninde aramadan
hiçbir şey kendiliğinden insanın ayağına gelmez.
Bununla birlikte nasip de
önemlidir. Allah hidayeti kime nasip etmişse vesileleri ona kolaylaştırır.
İnsan bazılarının hidayetini çok isteyebilir. Ama Allah nasip etmemişse bir şey
yapamaz. Bazen de beklemediğin birinin hidayetini sürprizle karşılarsın. Bir de
bakarsın ki koşarcasına, kucak açarcasına geliyorlar.
Gelmeyenlere veya
önyargılarla hüküm kesenlere gelince; varsın inatlarında devam etsinler;
gözlerini kapatsın, kulaklarını tıkasınlar. İsteseler de istemeseler de bir gün
niçin geç kaldıklarına dair kendi kendini kınayacak, hayıflanacaklardır.
Nitekim Arapların meşhur şairi Lebid, bu fırsatı kaçırdığı için çok
hayıflanmıştı. Lebid kendisi anlatıyor:
Mekke'de dostum olan Abbas b
Abdulmuttalib'e konuk olmuştum. Hareme gittiğimizde orada bir kişi önde bir
genç de yanında bir kadın da arkalarında durmuş namaz kılıyorlardı. Sordum
Abbas'a "bunlar kimdir, bunlar hangi din üzerinde ibadet ediyorlar"
dedim. Abbas dedi ki, şu önde duran benim yeğenim Muhammed'dir, peygamber
olduğunu söylüyor. Arkasındaki eşi Hadice'dir. Yanındaki de yeğenim Ali'dir.
Vallahi bu beldede onların dışında bu dinin dördüncüsünü bilmiyorum, dedi. Ve
Lebid devamla şunu söylüyor: "keşke ben de o gün onların dördüncüsü
olsaydım."
Yine Arap şairlerinden Tufeyl
b. Amr, Devs kabilesinin reisidir. Muhammed aleyhisselamın risaletini duymuş
Onu görmek için Mekke'ye gelmiştir. Ancak müşrikler onu görür görmez; ey Tufeyl
Şu peygamber olduğunu söyleyen adam, bizim işimizi bozdu, birliğimizi
parçaladı, topluluğumuzu dağıttı. Eğer bizim başımıza gelen senin ve kavminin
de başına gelmesini istemiyorsan, şu adamla konuşma ve ondan bir şey dinleme.
Onun sözleri büyü gibidir. Oğulla babayı, kardeşle kardeşi ve karı ile kocayı
birbirinden ayırır dediler."
"Nihayet, ona
yaklaşmamaya, onunla konuşmamaya hatta ondan hiçbir şey dinlememeye karar
verdim. Ertesi günü Mescide gittiğimde, Muhammed'in sözlerini duymamak için
kulaklarıma pamuk tıkadım. Fakat Kâbe'ye girdiğimde, onun ayakta, bizim
namazımızdan başka bir namaz kıldığını, bizim ibadetimizden başka bir ibadet
yaptığını gördüm. Onun görünüşü beni etkiledi. İbadeti hoşuma gitti. Ona yaklaşmakta
olduğumu fark ettim. İstemediğim halde kendimi onun yanında buldum.
Kendi kendime dedim ki:
Yazıklar olsun sana ey Tufeyl! Sen şair, aklı başında birisisin. Sen iyiyi
kötüden ayırabilirsin. Niçin bu adamın söylediklerini dinlemiyorsun? Onun
söylediği şeyler güzelse dinler, kabul edersin, kötüyse kabul etmezsin"
dedim ve kulaklarımdaki tapaları çıkarıp yakınına oturdum."
Resulüllah sallellahu aleyhi
vesellem evine dönünceye kadar orada kaldım. Sonra onu takip ettim, evine
girince, ben de girdim ve dedim ki: Ey Muhammed! Vallahi senin kavmin seni bana
korkunç gösterdiler. O kadar ki, senin sözünü işitmemek için kulaklarımı
pamukla tıkadım. Fakat senden bir şeyler duydum ve onları güzel buldum. Dinini
bana öğret dedim.
O da Kur'an'dan İhlas ve
Felak Surelerini okudu. Vallahi ben, bundan daha güzel bir söz duymamış ve onun
dininden daha doğru ve adil görmedim. Hemen elimi uzattım: "Allah'tan
başka bir ilah bulunmadığına, Muhammed'in Allah'ın Kulu ve Resulü olduğuna
şehadet ederim "dedim ve Müslüman oldum." (Sahabe hayatından
tablolar)
Şimdi günümüz Tufeyllerine,
başka bir tabir ile aldanmışlara gelmek istiyorum. Acaba onlar da Tufeyl gibi
günümüz Ebu Cehillerine, Ebu Leheblerine hayır deyip kulaklarındaki tıpayı
çıkaracak ve sağduyunun sesine kulak verecekler mi? Yoksa onların temsilcileri
olan müfsit medyanın etkisinde kalarak hala dışarıda kalmaya, mesafeli
davranmaya, oyalanıp avunmaya mı devam edeceklerdir?
İnşaallah Tufeyl gibi
aklıselim ile hareket edip geç kalmadan ümmetin birliği için çalışan kutlu
kervana katılacaklardır. Zira bundan başka gidecekleri yer yoktur. Ancak Lebid
gibi değil, Tufeyl gibi aramaları lazım.
0 yorum