Bir camide imam odası caminin
avlusunda ve cami kamera ile izleniyor. İmam, sabah namazında deri
ayakkabılarını imam odasının kapısında bırakır ve sabah namazına geçer. Sabah
namazını kıldırdıktan sonra odaya döndüğünde ayakkabılarını yerinde bulamaz.
Ayakkabıları aradığında caminin girişindeki rafta bulur. Ayakkabıyı odanın
kapısından kim alıp cami girişindeki ayakkabılığa koydu diye merak eder.
Burada siz okuyucularımı da bir
anlık düşünmeye davet ediyor ve ayakkabıları kimin rafa koymuş olabileceğini
bulmaya davet ediyorum.
İmam kamera kayıtlarını
incelediğinde hayretler içinde kalır. Avluya siyah, iri bir köpek girer ve
ayakkabının tekini ağzıyla tutar. Tam avlunun ortasına geldiğinde ayakkabıyı
düşürür. Sonra, ayakkabının diğer tekini alır. Onu da avlunun orta yerlerine
geldiğinde gelen bir sesle düşürür ve hızla avludan kaçar. Cemaat selam verir
ve tesbihattan sonra çarşının tanınmış esnaflarından biri en önce camiden
çıkar. Ayakkabının tekini avluda bulunca alır ve ayakkabılığa koyar. Döndüğünde
diğer tekini de bulur ve onu da diğerinin yanına koyar. Böylece işlem
tamamlanmış olur.
İşte bunun gibi birçok olayda
direk sonuca bakarak ya da aradaki faktörleri, ikinci veya üçüncü elleri hiç
düşünmeden zanda bulunuruz. Bunu kesin falan kes yapmıştır. Çünkü falan kişi
oralarda görülmüştü. Ya da falan kişi yapmıştır. Çünkü falan gün falan yerde bu
mesele hakkında şöyle şöyle demişti. Bunun gibi nice olayda gerekli araştırma
ve tahkikleri yapmadan kimileri hakkında zan besler ve günaha gireriz.
Hakkında zanda bulunduğumuz
kişiye durumu sorsak meselenin öyle olmadığı anlaşılacak. Ama çoğu zaman
sormayız ve mesele içimizi kemirir, beynimizi ve zihnimizi yorar, midemizi
ağrıtır ve bizi düşmanlığa sevk eder. Falan işim gerçekleşmemişse falan kişinin
yüzündendir der dururuz. Gıybetini yapar zan günahının üzerine bir de gıybet
günahını ekleriz. Ancak günahını aldığımız kişinin ne meseleden ne de içinde
bulunduğumuz halden haberi vardır.
İbn Kayyım :“Kalp kötü zan ile o
kadar meşgul olur ki insanlara duyulan kötü zanlar ile dolar. Ta ki dile ve
organlara sirayet eder”. İbn Kesir de: “Kötü zan öyle bir şeydir ki yerinde
olmadan akrabayı ve diğer insanları töhmet altında bırakır” der.
Zan, hakkında kesin bilgi
olmadığı halde öyle olduğu tahmin edilen şeydir. Hüsn-ü zan olduğu gibi su-i
zan da vardır. Mümine düşen hüsn-ü zanda bulunmasıdır, kötü zanda değil. Çünkü
hüsn-ü zan kişiye günah getirmez ama su-i zan günah getirir.
İfk hadisesine yol açan kötü
zandır. Nice evliliğin yıkılmasına, karı kocanın birbirine düşmesine ve
insanların öldürülüp kanlarının dökülmesine sebep olan kötü zandır.
Peygamberimizi (s.a.s.)
karanlıkta eşi Safiye binti Hüyey ile yürürken gören iki sahabe adımlarını
hızlandırınca, Hz. Peygamber kendilerine “bakın bu Safiye’dir” dedi. Ya
Resulallah sizin hakkınızda da mı kötü düşüneceğiz? diye şaşkınlıklarını ifade
ettiler. Allah Resulu kendilerine: “Şeytan insanın vücudunda kanın dolaştığı
gibi dolaşır. Şeytanın gönüllerinize kötü bir şey atmasından endişe ettim” diye
cevap verdi.
Başka bir hadislerinde Hz.
Peygamber (s.a.s.): “(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve senin kokun ne güzeldir.
Senin azametine ve kutsallığının azametine hayranım. Muhammed’in canı elinde
olan Allah’a yemin ederim ki, müminin hürmeti, Allah katında senin hürmetinden
şüphesiz daha büyüktür. Müminin malı, kanı ve canı hakkında hüsn-ü zanda
bulunma üstünlüğü seninkinden büyüktür” buyurmaktadır.
Allah bizi kötü zanda
bulunanlardan eylemesin inşallah.
0 yorum