Bugünlerde
dünyanın ayarlarının bozulduğuna dair birçok vakı’aya şahitlik ediyoruz. Neredeyse
hiçbir şey olması gerektiği gibi değil. Normalde böyle bir giriş yapıldığında konuya
dair en azından bir örnek getirilir. Mademki hiçbir şey olması gerektiği gibi
değil bu giriş de olması gerektiği gibi olmasın. Okuyucunun da okurken düşünme
hakkı vardır. Okuyucu bundan sonra biraz düşünmelidir. Tersliklere dair bir
zihin jimnastiği yapmalıdır. Terslikler diyarında olduğumuz hemen fark
edilecektir.
Ben de bugün
bu terslikleri düşününce hafızamda toz tutmuş bir hikâyeyi anımsadım. Bu tersliklerimizle
alakalı bu hikâyenin hoşunuza da gideceğini düşünerek sizinle paylaşmak istedim
gecenin bu yarısında…
Kelimeler
ağaçlardaki yapraklara da benzetilir. Kelimeler yapraklar gibi dökülür,
yerlerine başkaları gelir derler. Öyledir de… Zindan-mahpushane-hapishane en
son olarak da cezaevi… Kör-âmâ şimdi de görme engelli…
Konumuz bir
görme engelli… Şöyle diyordu görme engelli: “Her zaman olduğu gibi kendi
imkânlarımla yıllardır takip ettiğim güzergâhtan gitmek istediğim yöne doğru
yola koyuldum. Mevsim bahardı, çok güzel bir hava vardı. Evet, görmüyordum ama
havanın güzelliğini iliklerime kadar hissediyordum. İçime çektiğim hava
diyaframımı şişiriyordu. Adımlarımı yavaşlatarak koklama duyumu kullanıp hassaslaşmış
burnum sayesinde bu güzel havanın tadını çıkara çıkara ilerliyordum. Tamam,
gözüm yoktu ama burnum vardı. Koku almak da bir nimetti. Görmek isteyen Allah’ın
farklı nimetleri olduğunu görecekti. Bastonumun
yardımıyla trafik işaretlerinin olduğu yere varmıştım. Ben buraya kadar
gelmiştim. Bundan sonra ise gözleri gören birinin beni karşı tarafa geçirmesi
gerekiyordu. Çünkü çok yoğun bir trafik vardı. Etrafımda da yoğun bir insan
trafiği vardı. Bir Allah’ın kulu çıkıp şu âmâyı karşı tarafa bir geçireyim
demiyordu. İşte böyle bazen gören insanlar da kör olabiliyordu. Bizim
körlüğümüz ile gören insanların körleşmesi farklı durumlardı. Görenlerin
körleşmesi çok kötü bir körlüktü. Nasıl olmasın ki “Gözleri var görmezler”
şeklinde zikredilmek çok kötüydü. İnsanlık hali beni fark etmemişlerdir, diye
bir hüsnü niyet besledim. Bir şarkı mırıldandım ve hal diliyle pek başarılı
olmazsak da karşı tarafa geçmek istediğimi belirten hareketler yaptım. Kimse
buralı olmuyordu. Herkes oralıydı. Sesimi biraz yükselttim. Birisinin bana
yaklaştığını hissetim. Bizim kulaklarımız da çok hassastır, radar gibi
kulaklarımız vardır. Bana selam verip nereye gideceğimi sordu. Karşı tarafa
geçmek istediğimi söyledim. Bana yardım edebileceğini, rehberlik edebileceğini söyledi.
Koluma girip yavaşça yola ayak bastı. Farklı bir rehberin kolumda olduğunu
hemen fark etmiştim. Onun yürüyüşü ile benim yürüyüşüm farksızdı. Hangimiz âmâ
hangimiz rehberdi fark edilmiyordu. Daha yolun ortasındayken korna sesleri
hızlanmamızı salık veriyordu. Karşı tarafa geçtiğimizde ona teşekkür ettim. O
da “Senin gibi güzel sesli, hayata pozitif bakan bir kişiye yardım etmek, benim
gibi âmâ birisi için bir zevkti” demesin mi? Meğerse beni karşı tarafa
geçiren kişi de benim gibi bir âmâydı…
İşte böyle!
Terslikler dünyasındayız. Ters bir zamandan, ters bir dönemden, ters bir
mevsimden geçiyoruz. Her şey tersyüz olmuş. Körler körlere yol gösteriyorsa
sözün bittiği yerdeyiz, demeyeceğiz. Bir çift sözümüz var; YOK ARTIK!
0 yorum