Evvela… Neden bu sıfatların
ve bu isimlerin üzerine basa basa haykırıyoruz? Çünkü bu isimlerimizden ve bu
sıfatlarımızdan dolayı zulüm gördük ve görüyoruz.
Saniyen… Neden hala muğlak ve
hala karnımızdan konuşuyoruz? Neden hala kuşdili ve işaret dili konuşuyoruz? Ve
neden hala takiye yapıyoruz? Çünkü bu seçim sürecinde kullandıkları dil ve
gerçekleştirdikleri eylemlerden hareketle o azgınların hiç mi hiç değişmediklerine
şahit olduk ve şahit oluyoruz.
Müslümanlar eğer hala, neden
kendilerine yeni bir din dayatıldığını… Neden ibadetlerini ve ezanlarını Türkçe
yapmak zorunda bırakıldıklarını… Neden inançlarından ve giyimlerinden dolayı
katliamlara, sürgünlere ve işkencelere maruz kaldıklarını soramıyorlarsa…
Aleviler eğer hala,
işledikleri hangi suç nedeniyle karadan makinalı tüfeklerle ve süngülerle ve
havadan bombalarla öldürüldüklerini soramıyorlarsa…
Kürtler eğer hala, neden
inkâr edildiklerini… Neden dillerinin yasaklandığını… Neden katliamlara,
darağaçlarına, sürgünlere, işkencelere ve zindanlara mahkûm edildiklerini… Ve
neden Bulgaristan’daki, Yunanistan’daki ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki
Türkler kadar hak sahibi olmadıklarını soramıyorlarsa…
Hepsinin nedeni, hala o
azgınların şerrinden emin olmadıklarındandır…
Zaten bu korkular değil mi
ki, Cumhuriyetin ilk yüzyılını irademizin eseri olmayan ve aynı zamanda
insanlık suçlarıyla ve darbelerle malul olan anayasalarla geçirdik? Yine bu
korkular değil mi ki, geçen yüz yıl boyunca işledikleri onca insanlık
suçlarından bir tanesi için bile olsun, faillerinden hesap soramadık ve onlara
özür diletemedik?
Onun içindir ki, Müslümanlar
olarak; Aleviler, Kürtler ve Türkler olarak bir yol ayrımındayız. Ya önümüzdeki
yüzyılı da kinden ve kanımızdan beslenenlerin zulmü, korkusu ve tahakkümü
altında geçireceğiz ya da bütün imkânlarımızı adaletin tesisi yönünde seferber
edeceğiz!
Sonuç olarak bugün bir yol
ayrımındayız.
Boykot da kimilerine göre bir
seçenektir, ama bizce doğru olanı, adaletten yana tercihimizi yapmak… Diyelim
ki, seçeneklerin her ikisi de iyilikte veya kötülükte birbirine yakın görünüyor
olsunlar. Aklımızı, muhakememizi, basiretimizi ve ferasetimizi yerli yerinde
kullandığımızda, zerre kadar bile olsa, hangisinin diğerinden daha adil
olduğunu bilebiliriz.
Dediğimiz gibi önümüzde iki
seçenek var…
Bir tarafta, her ne kadar
hala helalleşmekten söz ediyor olsa da seleflerinin gerçekleştirdikleri
katliamları, uyguladıkları inkâr politikalarını, toplumu dini ve etnik
aidiyetleri üzerinden mürteci ve bölücü diye ötekileştirmelerini ve işledikleri
insanlık suçlarını eleştirmek veya mahkûm etmek yerine sahiplenen ve o
çerçevede yönetmek isteyen Kılıçdaroğlu…
Ve diğer tarafta, hükümet olduğu son 20 yıl içinde Müslümanların, Alevilerin ve Kürtlerin CHP tarafından gasp edilen haklarından bir kısmını iade eden, devletin inkâr politikalarını kısmen de olsa gerileten ve vaatleri arasında milletin iradesini şimdikinden daha fazla dikkate alan bir anayasa olan Erdoğan…