Kerbela, tarih durdukça ümmetin en önemli meselelerinden
biri olmaya devam edecektir. Kerbela hadisesi Müslümanlar için sadece bir hüzün
ve matem kaynağı değil, aynı zamanda sayısız dersler, ibretler menşeidir de…
Kerbela hadisesi doğru anlaşılırsa, ümmetin önünü
aydınlatan, ümmetin sorunlarına ışık tutan bir kandil olmaya devam edecek.
Kerbela, tarihte yaşanmış acı, kahredici bir hadise olarak değerlendirilmemeli
sadece… Ümmeti zillete, tefrika ve yenilgiye mahkûm eden hastalığın teşhisi
Kerbela'da, Aşura günü yaşananlarda gizlidir.
Kerbelayı anlarsak, Kerbela hadisesini doğru tahlil edip
gereken dersleri çıkarırsak bugün ümmetin içine düştüğü derin zillet ve acınası
durumun, yeryüzündeki tek hak dinin mensubu olmamıza rağmen kurtlara yem olan
değersiz koyun sürülerine dönüşmemizin sebeplerini de idrak eder, bizi sömürü
ve esarete mahkûm eden hastalığımızı da öğrenmiş oluruz.
Ümmet adına peygamberi korkutan en büyük hastalık… Rabbine
kavuşmak üzereyken, ağır hasta haline bakmadan Baki kabristanına gidip toprağın
altındaki dostlarıyla bu hastalık hakkında dertleşen, keder içinde kendisinden
sonra bu hastalık yüzünden ümmetini büyük fitnelerin beklediğini söyleyen
peygamberin gözleri açık gitmesine sebep veren hastalık…
Ne yazık ki bu hastalık ümmeti perişan etti. Peygamberin
kurduğu nebevi, tevhidi hükümetin zorba bir sultanlık yönetimine dönmesine neden
oldu. Ümmeti, nebevi hükümet ortamından Kerbela vahşetinin yaşandığı bir ortama
getiren bu hastalık dünya sevgisinden başka bir şey değildi. Evet, dünya
sevgisi… Resulullah'ı ümmeti adına korkutan en büyük musibet… “ Ben bu günden
sonra şeytanın sizleri dininizden döndürmesinden, tekrar mürtet olmanızdan
korkmuyorum. Bu tehlike yok artık. Ama ben sizlerin dünya sevgisine dalıp
birbirinize düşmenizden korkuyorum” diyen peygamberin korktuğunu başına getiren
bir musibet… Ümmeti hala vahşi pençeleri altında inleten, darmadağın eden bir
musibet…
Dünya sevgisi ölüm korkusunu da beraberinde getirir. Ahiret
bilincini yok eder. Şehadet arzusu, şehadete koşan kahramanlar sadece kitap
sayfalarında kalır. İnsanlar dilleriyle cenneti arzular ama kalpleriyle dünyaya
âşık olurlar. Dünyayı kaybetmeme uğruna her türlü zillete, sömürü ve aşağılık
yaşama boyun eğerler.
Peygamber bir avuç dostuyla nasıl oldu da dünyaya hükmeden
nebevi bir devlet kurdu? Zamanın iki süper gücünü dize getirdi. Hem de kısa bir
zaman diliminde… Çünkü Peygamber ve onun dostları dünyaya değil, ahirete
âşıktılar; hayallerini dünyevi arzular değil uhrevi emeller kaplıyordu; onların
kalpleri Allah aşkı ve cennette kavuşma arzusuyla çarpıyordu; makam ve mevkie
sevdasıyla değil…
Ne zaman ki Müslümanlar fetihlerden sonra rahata ve
nimetlere kavuştular ve bu nimetler onlara ahiret bilincini unutturdu, işte o
zaman salih yöneticilere, rabbani önderlere sahip olma bahtiyarlığını
kaybettiler; Yezit gibi, Ziyat, Haccac gibi despotlara mahkûm oldular. Zillete düştüler,
sömürülen değersiz sürülere döndüler. Can ve malları, namus ve ırzları zorba
meliklerin, valilerin insafına kaldı.
İşte böyle bir süreçte, böyle bir ortamda Kerbela yaşandı.
Müslümanlar kendi peygamberlerinin ev halkını korumaktan aciz bir zavallılığa
düşünce Kerbela yaşandı.
Kerbela'dan alacağımız en önemli ders budur. Çünkü
günümüzde de ümmetin hemen hemen her coğrafyasında yeni Kerbelalar yaşanıyor.
Kerbelaların yaşanmadığı, katliamların olmadığı gün yok. Ümmet belki de
tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir zillet, tefrika, dağınıklık ve sömürüye
mahkûm olmuş durumda. Çünkü Kerbela'ya zemin hazırlayan hastalık ne yazık ki
günümüz Müslümanlarını da tutsak almış. Allah'a, ahiret gününe, cennete inandıklarını
söyleyen Müslümanlar dünyaya dört elle sarılmış. Ölüm düşüncesi onlar için en
büyük kâbus… Cihat ve şehadetin bahsi bile onları korkutmaya yetiyor.