Kâbe’nin önünde akşam namazından
sonra evvabin namazı kılan bir hacı, secdede Arapça ile “ey kalpleri çeviren
Allah’ım kalbimi dinin üzerine sabit kıl” manasında dua ediyordu. Bunu her
secdede defalarca tekrar ediyordu.
Kalbin iman ve İslam üzerine
sebat etmesi, istikametten sapmaması için bu dua ne kadar da güzeldir. Peki,
sadece dua yeterli midir? Elbette ki yeterli değildir. Duadan önce haramlardan
uzaklaşmak, kalbi haramla beslemekten sakınmak ve helal ile beslemek gerekmez
mi?
Kalplerin sahibi Allah’tır ve
onları ancak kendisi çevirebilir ya da istikamet üzere sebat ettirebilir. Fakat
kalp Allah’ın zikrine değil de harama ve kötü şeylere, fuhşiyat ve münkerata
meylettiği zaman Allah da o kalbi meylettirir. İsrailoğulları için Allah (c.c.)
ayeti kerimede: “Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırdı” buyuruyor.
Kalbin sapması, onu besleyen duyu
organlarının harama dalması ile olur. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.s.): “Her
bir haram bakış, kalbe saplanan bir oktur” diye buyuruyor.
Kalp ilkin saf ve berraktır. Her
bir kötülük onun üzerine bir leke bırakır. Lekeler çoğala çoğala onu kapkara
yapar. Bu ise, kalbin tamamen günaha batma halidir. Günah, kalbi çepe çevre
kuşatınca hakkı göremez ve işitemez hale gelir. Bu da kalbin kuruması, sertleşmesi
ve taşlaşmasıdır ki ebedi azapta kalmaya da sebep olabilir.
Allah (c.c.) ayet-i kerimede:
“Bundan sonra kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi ya da daha da
katılaştı. Çünkü taşlardan öylesi vardır ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi vardır
ki çatladığında ondan su fışkırır. Taşlardan kimisi de Allah korkusundan
yukarıdan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir”
buyuruyor.
Kalbin kaymaması ve sertleşmemesi
için bir toprağın yağmur suları ile canlandığı gibi canlanacağı Allah’ın zikri
ile beslenmesi gerekir. Zikrin en faziletlisi ise Kur’an’dır. Allah (c.c.)
ayeti kerimede: “Dikkat edin kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olabilir”
buyuruyor.
Kur’an, hayat veren en büyük
zikirdir. Okundukça kalbe canlılık gelir, ihya olur ve dirilir. Kalp gözünün
üzerindeki çapak yavaş yavaş açılır ve hakkı görmeye başlar. Hakkı gördükçe de
bir fanos gibi aydınlanmaya başlar. Bu aydınlık, ilkin sadece kendisini
aydınlatırken, beslendikçe sahibini ve sonra diğer insanları da aydınlatır.
İmanın yeri kalp olduğu gibi
imanı kuvvetlendiren zikrin yeri de öncelikli olarak kalptir. Kalp olmadan
sadece dil ile yapılan zikir ne kadar çok olsa da sahibine çok fayda vermez.
Dilin kalbe iştiraki ise elbet daha güzeldir. Kimi mutasavvıflar bu sebeple
dilini damağına yapıştırır ve binlerce Allah zikri çeker. Nihayetinde kalpleri
kendi kendine Allah Allah diyecek seviyeye gelir.
Kalbin ihyası için en büyük zikir
olan Kur’an ayetleri üzerinde iyice düşünmek, anlamak ve peşi sıra gitmek lazımdır.
Sadece okumak yeterli değildir. Okunana kalbin de iştirak etmesi, azap
ayetleri okununca ürpermesi, cennet ve mükâfat ayetleri okununca sevinmesi ve
imanına iman katması gerekir. İşte bu mümin kulun kalbidir ki:
Allah (c.c.) ayeti kerimede:
“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın
ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız rablerine dayanıp güvenen
kimselerdir” buyuruyor.
Allah, kalpleri zikirle ürperen,
imanına iman katan mümin ve muvahhit kullarından eylesin. Âmin.