Ümmet bazında, İslam tarihi sürecinde, günümüzde İslami
mücadele verdiğini veya İslam’ın egemenliğini istediğini söyleyen ya da öyle
bir algı oluşturan iki kesim olagelmiştir her zaman. İslam’ı kendisi için,
kendi emelleri için, kalkınması için, iktidarı için isteyen ve yeri gelince onu
kullanmaktan çekinmeyen kesim… Bir de İslam’ı Allah’ın aziz dini olduğu için,
Allah’ın rızasını kazanmak için isteyen kesim… İkinci gruptakiler İslam’ı
kendilerine payanda yapmazlar, aksine kendilerini İslam’a hizmetkâr yapar,
İslam için her şeylerinden vazgeçerler.
Bugün Müslümanların en büyük sorunu ne yazık ki İslam’ı
kendileri için, çıkarları için, iktidarları için payanda yapan, İslam’ı bunun
için isteyen kişilerin, kesimlerin ümmet coğrafyasında daha etkili olmalarıdır.
Devletleri, kavimleri, mezhepleri, grupları, örgüt ve partileri için, onları
güçlendirmek için İslam’ı arzulayan veya gündeme getiren, bu yönde İslam’dan
faydalanan kesimlerin çoğunluğu oluşturması Müslümanların vahdeti, birliği
önünde büyük engel teşkil etmektedir.
Evet, İslam’ı istiyorum, İslam gelsin ama devletimin
güçlenmesine hizmet etsin. Büyük ülke, lider ülke olmak için İslam’ı, İslami
değer ve öğretileri kullanabilmeliyim. Şanlı milletimi, şanlı kavmimi
yüceltecek, diğer Müslüman halklara lider yapacak bir İslam’a varım. Müslümanlar
güçlensin, birleşsin ama benim liderliğimde, benim partimin veya cemaatimin
şemsiyesi altında…
Ne yazık ki tarihte bu zihniyet sahibi insanlar, oluşumlar
var olduğu gibi günümüzde de böyleleri çok. Bunların yüzünden nice devletler
yıkılmış, nice zaferler yenilgiyle sonuçlanmış, savaş meydanlarında kazanılanlar
masa başlarında kaybedilmiştir. Yine bunların yüzünden İslam düşmanları rahat
bir şekilde ümmetin arasına fitne ve tefrika sokabilmiş, Müslümanların
birliğini parçalayabilmiş, cehalet ve bağnazlıklarını kullanarak Müslümanları
birbirleriyle savaştırabilmiştir.
İslam’ı kendim için istiyorum anlayışı hastalıklı düşüncelerin,
milliyetçilik ve mezhepçilik gibi ayrıştırıcı, bölücü fikirlerin yayılmasına da
yol açmış, zemin hazırlamıştır.
Müslümanların günümüzdeki başarısızlığının altında bu sakat
anlayışı aramalıyız. Müslümanlar birçok ülkede destansı mücadeleler vermiş,
zalim düşmanı zelil bir şekilde kovmuş ama daha sonra birbirlerine düşerek
zaferlerini, başarılarını yenilgiye dönüştürüp düşmanın işgal ve saldırısı için
yeni zeminler oluşturmuşlardır.
Yine Müslümanların yaşadıkları ülkelerde çoğunluğu
oluşturmalarına, yüzlerce oluşum, grup, cemaat ve STK’ya sahip olmalarına karşı
azınlıktaki düşmanlarıyla baş edememeleri bu yüzdendir.
Hâlbuki biz İslam’ı kendimiz için istemek yerine kendimizi,
ülkemizi, kavmimizi, partimizi İslam için isteseydik durum çok daha değişik
olurdu. O zaman bağnazlık defolup gider, kavmiyetçilik ümmeti parçalama gücünü
kendinde bulmaz, sahip olduğumuz
imkânlar dinimizin hizmetkârı olur, her tür fitne ve cahili hastalık kapımızdan
içeri girmezdi. Çünkü derdimiz sadece İslam olurdu, İslam’a hizmet olurdu,
Allah’ın rızasını kazanmak olurdu. Devletimizin çıkarı için, kavmimizin ve
mezhebimizin bekası için İslam’ın geleceğini, ümmetin vahdet, izzet ve
kurtuluşunu tehlikeye atmazdık.
Tarihte ve günümüzde az sayıdaki Müslümanın, sayısal anlamda
küçük sayılabilecek İslami hareket ve oluşumların düşman karşısında büyük
başarı elde etmelerinin sırrını “ Kendimizi İslam için istiyoruz” düsturunda
aramalıyız. Bu düsturu anlayıp ilke edinirsek Bedir’deki zaferin, küçük bir
toplulukla otuz yıl içinde dünyanın iki süper gücünü yenilgiye uğratmanın
sırrını daha iyi anlarız. Ve izzet ile zafere yelken açmanın yolunu öğrenmiş
oluruz.