Türkiye’de bir akıl
tarafından devamlı üç önemli vurgu ile algı operasyonu yapılıyor.
Birincisi; ‘Türkiye,
Gazze’deki zulümlere karşı tüm İslam Ülkeleri arasında sesini yükselten tek
ülkedir’ vurgusu
İkincisi; Ortadoğu’daki
‘Direniş Ekseni’nin direkt olarak Amerika’yı hedef almadığı ve hatta İsrail ile
danışıklı dövüştükleri’ vurgusudur.
Üçüncüsü; Gazze başta olmak
üzere dünyada yaşanan tüm gelişmeleri devamlı ‘Küresel güçlerin ya da
Küreselcilerin kendi aralarındaki çekişmeleri’ ile yorumlama vurgusu.
Doğrusu her üç söylemin de
siyasi bir arka planı olduğu açıktır.
Öncelikle hangi ülkenin daha
çok ses çıkardığı tartışılır bir konudur.
57 İslam Ülkesinden hiçbiri
Siyonist katilleri UAD’a (Uluslararsı Adalet Divanı) şikâyet etme becerisi
gösterememiş ve Yüce Allah’ın dağıttığı bu şeref Güney Afrika’ya nasip
olmuştur.
Fiziki- ekonomik ve askeri
yetenekleri kısıtlı da olsa Yemen, Siyonist rejime rest çekip savaş ilanında
bulunan tek ülke olmuştur.
Hal böyle iken mangalda kül
bırakmayanların ‘En büyük ses bizden çıktı, başkaları hep susuyor(!) demeleri
neyle izah edilebilir?
Hem Terörist Siyonist
rejimin, halkı zorla aç ve susuz bırakarak insanlık felaketine yol açtığı
Gazze’ye saldırıları 123. gününde devam ederken, Türkiye’nin de Siyonist rejime
ihracat yapmaya devam ediyor oluşu orta yerde duruyor iken insan bunu neyle izah
edebilir?
TV ekranlarındaki ikinci
nakarata gelince;
Kendileri hiçbir şey yapmayıp
devamlı neden ‘Araplar ya da İran savaşa girmiyor? Neden filan örgüt büsbütün
savaş ilan etmiyor? Tarzındaki sorular kendi içinde çelişki barındırsa da her
tartışma programında yeterince tekrarlanınca insanların bilinçaltında bir şekil
oluşturmaya yetiyor.
Oysa olay başka bir yönü ile
ele alındığında; TV programlarında söz birliği edilmişçesine aynı nakaratın
tekrar edilmesi, Türkiye entelijansiyasının yumuşak koltuklarda oturup ‘Aç ve
susuz insanların kanları ve gözyaşları üzerinden’ edebiyat parçalamaları sadece
bir istihbarat operasyonu kokusu verdiği hissedilmektedir.
Alelade insan, yaşanan Gazze
trajedisi konusunda dişe dokunur hiçbir şey yapamıyor olabilir ama başkasının
neden bir şey yapmadığı üzerinden söylem geliştirip saldırgan bir tavır
takınması ya psikolojik bir sorunun habercisidir ya da istihbarat aparatlarının
hususi çalışmalarıdır.
Bu hengâmede hangisi olursa
olsun demek de doğru değil, çünkü birincisi saflıkla geçiştirilebilirken
ikincisi ‘Çevre ülkeleri ya da örgütleri büyük oyunun içine itip Akbaba misali
ne pay koparacağını beklemekle’ ilgilidir.
Üçüncü nakarat olan ve
‘Küresel güçler, Küreselciler…’ diye başlayan yorum vurgusu da başlı başına
problemlidir.
Türkiye entelektüel
birikiminin önemli bir kısmı Batı Endeksli eğitim modeli ve perspektifi ile
yetiştiği için tüm gündemi ‘Küreselcilerin ve küresel güçlerin kendi
aralarındaki kısır çekişmeler’ ile yorumlamaları sorumluluktan kaçışın bir yolu
olarak ifade edilebilir.
Gazze’deki iman duvarına
çarpıp afallayan Batı bakışlı ve pozitivist yorumlar işin içinden çıkamadıkları
için ‘bekleyin göreceksiniz, ABD büyük oyun kuruyor…’ deyip durmaktalar.
Benzer şeyi Gazze’deki
direnişçiler de tekrarlıyor:
“Bekleyin göreceksiniz, Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih ile sarsılacaksınız” diyorlar. Doğrusu Gazzelinin sözü kalbe ve zihne daha yakın geliyor.
FARUK KUZU