Sosyolojinin öncülerinden
İbn-i Haldun iklimin insan üzerinde çok ciddi etkiler yaptığını izah eder. Bazı
bölgelerin iklimi çok daha sert olduğu için çilesi de çok farklı olabiliyor.
Bölgemizin insanı bu anlamda çok çileyle karşılaşmıştır. Özellikle Doğu
Anadolu’da insanlar çocuklarını okutmak için bir bölgeden bir bölgeye göndermek
zorunda kalmıştır.
O dönemin şartlarında taşıma
sorunu olduğu için küçücük çocuklar kızaklara binerek karda kışta her gün
kilometrelerce yol gitmişlerdir. Vahşi hayvanların kol gezdiği, bazen yürüme
mesafesinin olmadığı bazen de birinin yolu açarak diğerlerine rehberlik ettiği
bir dönemden bahsediyoruz. Çökelekle kuru ekmeğin azık olduğu bir dönem… Her ne
kadar hayatın merkezinde kuru ekmek kuru soğan çökelek olsa da insanlar yiğit
olarak tanımlanırlardı.
Mertlerdi, yiğitlerdi,
paylaşımcılardı. Bugün parayla pulla satın alınmaya çalışılan özellikleri o gün
bu saydığımız özellikleri çektiği çileler karşılığında o sert iklim ikram
etmişti. Uzak yoldan eve gelinir, pencereler hava almasın diye ne bulunsaydı
onunla kapatılmaya çalışılırdı. Kapının altından hava gelmesin diye çeşitli
bezlerle kapatılmaya çalışılırdı. Okula gidilirken hem kitaplar hem küçük çaplı
yeme içme hem de herkes biraz odun götürürdü.
Her gün iki kişi nöbetçi olur
soba yakılır birleştirilmiş sınıflar hazır hale getirilmeye çalışılırdı.
O günün şartlarında yaşayan öğrenciler bir de soba yakıyorlardı, sınıfı
temizliyorlardı. Bu sıkıntıları zorlukları yaşayan bizden çok daha fazla çile
çeken bir arkadaşımla muhabbet ediyorduk. “Benim şu an evim var, arabam var,
maaşım var; ama bir türlü mutlu olamıyorum, hiçbir şey bana o paylaşımı, o
hazzı geri getiremiyor.”
O dönemin sanat anlayışı da
bu yöndeydi. Hem çekilen çileyi yansıtır hem de bir umudu işaret ederdi. “Ne de
olsa kışın sonu bahardır, bu da gelir bu da geçer ağlama.” Bir taraftan çile
çeken insanların hayatından örnekler verilir bir taraftan bu türkülerle yaşam
terapisi yapılırdı. Bu çileyi çocuk evde, sokakta, okulda her yerde iliklerine
kadar yaşardı. Yaşayarak öğrenme tam da buydu. Bugün eğitim psikologlarının
vermek istediği mesaj ya da önemsediği eğitim modeli bu yönde olsa gerek.
Yaptığımız araştırmalara göre
bu zorlu şartlarda eğitim gören ve yaşamını idame etmeye çalışan insanların
arka planında bir örneklik bir anlayışın olduğunu net görebiliyoruz. Bu
örneklik şüphesiz hayatın bütün çilesini çekmiş, âlemlere rahmet olarak
gönderilmiş, kavurucu sıcaklardan daha çok nasibini almış Hz. Muhammed (SAV)
dir. O dönemin hâkim olan paradigması da bütün âlemleri ve sevgiliyi yaratan
Allah’tır ve onun kelamıdır. Bu öyle bir kelamdır ki ne şiirdir ne de bir
türküdür bu inşirahtan başkası değildir.
Nedir inşirah?
Rahman ve Rahîm olan Allah'ın
ismiyle. 1- Senin için bağrını açmadık mı? 2- İndirmedik mi senden o yükünü? 3-
O sırtında gıcırdamakta olan (ve bu şekilde sana eziyet veren) yükünü? 4- Senin
şanını yüceltmedik mi? 5- Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var. 6- Evet
o zorlukla beraber bir kolaylık var! 7- O halde boş kaldığında yine kalk yorul!
8- Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O'na doğrul!
Selam ve dua ile…