Ailesi kimse, kimse onu incitmesin diye adını Hassase koymuştu. Ailesi’nin gül yüzlü çocuğu ve masum bakışlı miniği yeni yaşına adım atmıştı. Hassase, sadece ailesinin değil Zeytun mahallesinin de en alımlı ve sevimli çocuklarından biriydi. O, savaş ve siyonist vahşete rağmen arkadaşlarıyla her gün mahalle arasında neşeyle oynardı. Bir de elinden eksilmeyen elifbasıyla çadır mescid yoluna koyulurdu.

Masum bir çocukluğu neşeli geçiren Hassase, nereden bilecekti ölümsüz ölüm şehadet ona bir bayram arefesinde daha yeni yerleştikleri çadırda uykunun tatlı kucağında gelecekti. Hem de vahşi ve sadist kıyım ona hediye edilen bayramlık elbiseleri yastığının yanında sabahı beklerken kıyacaktı…

29 Mart 2025…

Serin bir bayram arefesi…

Hassase, çadır mescide gitmek için evden çıkmış ve sonrasında arkadaşlarıyla oyunlar oynamıştı.

Derken çabuk geçen zaman…

Arkadaşlarıyla vedalaşıp çadırın yolunu tuttu Hassase…

Bu anlar, Hassase’nin gördüğü son anlardı…

Hassase çadırın loşluğunda her Gazzeli çocuk gibi annesinin umut yüklü ninnileriyle uykunun derin kollarına dalıp gitti.

Bütün güzel rüyalar, neşeli düşler Hassase için seferber oldu…

Hassase rüyasında özgür Gazze’nin sokaklarında Mescid-i Aksa’dan yükselen zafer ezanlarını dinliyordu.

Bayram namazı Kudüs’te kılınacaktı.

Çocuk haliyle bunun heyecanı içindeydi.

Şehid babası Yahya da gelmişti.

Bütün Gazze halkı, güneşli bir öğle vakti, mavi göğün ve Akdeniz’in enginliğinde, yeşillikler içinde en güzel elbiseleriyle ve sevinç gözyaşları dökerek şükür secdesindeydi…

Birden kulakları sağır eden bir patlama sesi, ince bir sızı ve gönlü saran bir ferahlık…

Hassase’nin rüyası bitmiş. Yerini hakikatin kendisine bırakmıştı.

Gazze’nin tüm şehit çocukları ve onların yanında Şeyh Ahmet Yasin, İsmail Henniyye, Yahya Sinvar, Muhammed Dayf, Rim’in dedesi ve diğer tüm azizler…

Altlarından ırmaklar akan Firdevsler’in güzelliğinde onu kucaklıyordu…

Gece yarısı gelen korkunç bombardımanın sabahında bir çadırda annesiyle kucak kucağa bir çocuk cesedi…

Bu bir cesed değildi. Bu çocuk, ölmüş gibi durmuyordu…

Yüzünde masumlara, mücahidlere ait ve Gazze’den yana yüreği atan herkesi imrendirecek müjdeli bir tebessüm vardı.

Simasının bir tarafında ise Cehennemin bütün azabını vahşi siyonist, gaddar emperyalist ve işbirlikçi korkakların üzerine yığmaya yeminli bir kararlılık ve öfke belirmişti.

Melekleri bile kıskandıran bu narin, nazik, masum ve Cennet kokulu naaş, adının anılmasına dahi kıyılamayacak Hassase’ye aitti.

Aslında bu narin beden, vahşette sırtlanlara rahmet okutacak esfel insanların ve vicdanı körelmiş insanlığın naaşıydı.

Gazze’ye sağır…

Katliamlara duyarsız…

Boykot’a aldırışsız…

Kutsallara hürmetsiz bir dünya Hassase’ye mi kıymayacaktı?

İnsanlık duygusu çekilip alınmış ve nefis yığını Siyonist kudurganlık mı durulacaktı?

Wa esefa…

Kötülükler ceplerinde paraya, ellerinde harama, gözlerinde ihtirasa, günlerinde virde ve vicdanında ölçüsüzlüğe adres olmuş vicdan yoksunu insan müsveddeleri mi Hassase’nin gülüşüne kıymet biçecekti?

Hassase ve diğer çocukların şehadetiyle karanlık yüzler ve kararmış vicdanlar bir kez daha deşifre oldu.

Din, dindar, cami, elifba ve sevdamıza ilişmek isteyenler bir kez daha cup diye kalakaldı.

Halklar öfkeli, vicdanlar yaralı, gözler yaşlı…

Hassase’nin hikâyesi, uyduruk bir anlatı değildir.

Hassase’nin hikâyesi, insanlığın gözü önünde yaşanan korkunç bir katliamdan seçilerek vicdanlara sunulan bir gerçektir.  

Hassase’nin hikâyesi, uğruna ölünesi masumlara dadanan Siyonist vahşetle mücadele etmenin hikâyesidir.

Hassase’nin hikâyesi, bir bayramın ertesinde başta Gazzeli çocuklar olmak üzere fıtratın hassas kodları olan Hassase’ler için ayağa kalkma, harekete geçme, mücadele etme ve cennet yüzlü çocukları çoğaltmanın hikâyesidir.