israil terör örgütü (İTÖ) işgal, katliam ve yayılmacı politikasını hiçbir kural, kaide ve otorite tanımadan ve dünyayı umursamadan devam ettiriyor. Yıllardır abluka ile açık cezaevine çevirdiği Gazze Şeridi’ni açık kabristana çevirdi. Sivillerin Gazze Şeridini terk etmeleri için sürekli olarak karadan ve havadan bombalıyor. Sivilleri açlık, gıdasızlık, ilaç ve tedavilerini engelleyerek iradelerini kırma ve göç etmelerini amaçlıyor. Bu strateji dahilinde görülmemiş şekilde vahşet ve katliamları işlemekten geri kalmıyor.
“Büyük israil Devleti” (BİP) ve “Arz-ı Mev’ud” hayalini gerçekleştirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmiyor. Jandarmalığını yaptığı ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve batılı ülkelerden her türlü desteği aldığından hesap verme korkusu olmadan yayılmacı vahşi stratejisini uyguluyor. Gazze dışında Batı Şeria, Lübnan, Suriye ve sonunda İran’a da saldırıda bulundu. Bölge ülkeleri tehlikenin farkına varmaya başladılar, lakin etkili bir adım atmıyorlar ve atmaktan imtina ediyorlar.
İTÖ’nün saldırgan yayılmacı politikasının hedefinde Türkiye’nin olduğu ve bunun için tedbir alınması gerektiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan TBMM açılışında söylemişti. Hafta sonu Hatay’da deprem konutları teslim töreninde, israil'in İran'a saldırısına ilişkin değerlendirmede bulunarak, “İran hükümetine geçmiş olsun diyorum. israil bölgesel savaşın fitilini ateşlemeye çalışıyor. israil bu kafa ile bir yere varamayacak. Allah’tan bunların kahrını bekliyoruz." dedi.
İTÖ’nün hedefinde Türkiye’nin de olduğu ciddi ciddi konuşulunca İTÖ’nün içimizdeki etki ajanı siyasiler ve uzmanlar, bu tehlikeyi ve tedbir alınması gerektiği düşüncesini etkisizleştirmeye ve çürütmeye çalışıyorlar. Oysa aklı başında olan basireti açık, iman ve vicdanını kiraya vermemiş olan herkes İTÖ’nün hedefinin, Suriye ve İran’dan sonra sırada Türkiye olduğunu görür. “Türkiye gibi güçlü bir ülkeye niye saldırsın?” ve “israil Türkiye’ye saldıracak kadar aptal mı?” şeklinde hezeyanlara şahid olduk. ABD ve İTÖ’nün oyun ve saldırı planları ve maşaları çoktur. Kendisinin direk gelmesine gerek yok. Bir ülkeyi önce siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak istikrarsızlaştırırlar. Paravan maşa terör örgütleri ile zayıflatırlar, ülke içindeki “etki ajanları” marifetiyle iktidarı bir şekilde değiştirip kendi planlarını uygulayacak zayıf karakterli yöneticileri işbaşına getirip kendi planlarına uygun hale getirirler.
Devleti yönetenler bu tehlikeyi ciddiye alıp “iç cepheyi güçlendirelim” düşüncesiyle yeni bir süreç başlatmaya karar verdi. Ve bunu ilan etmek de MHP lideri Bahçeli’ye düştü. Aslında uzun bir süredir yeni bir “çözüm süreci” hazırlığı yapıldığı ve yakında açıklanacağı kimi kesimlerce dillendiriliyordu.
1 Ekim’de Meclis açılışında Bahçeli’nin DEM sıralarına gitmesi ve DEM’lilerin tokalaşmak için yarışa girmesi olayı sonrası, Bahçeli’nin MHP grubunda yaptığı “Öcalan gelsin DEM grubunda silah bırakma çağrısı yapsın” şeklindeki tarihi çağrısı ile yeni bir çözüm sürecinin başladığı açıkça konuşulmaya başlandı. Ne var ki, Bahçeli’nin çağrısı ve “israil mi bize saldıracak?” diye soranlara cevap TUSAŞ’a yapılan saldırı ile verildi. Anlamak istemeyenler için bir daha yazalım: Gazze, Lübnan, Suriye, İran ve Ankara’da TUSAŞ’a yapılan saldırı aynı planın parçasıdır. Hepsinin parmak izini takip edin İTÖ’ye ve arkasındaki emperyalist güçlere çıkar.
Gelelim yeni bir çözüm süreci meselesine; Öncelikle şunu belirtelim ki, geçmişte yapılan stratejik hatalar ve ihmaller yapılacaksa hiçbir sonuç alınamaz. İkincisi, iradesi kendi elinde olmayan kesimlerle nasıl bir yol almayı düşünüyorsunuz? Önceki süreç Suriye’de ABD’nin hayali devlet vaadi ile bitirildi. Şimdi bu sürecin başarılı olması isteniyorsa önce Suriye sorununun çözülmesi gerekir. Nasip olursa ileride bu konuya ayrıntılı değiniriz inşallah. Selam ve dua ile…