2015 yılında DİB “Kutlu Doğum Haftasını” “Dünya bize, biz
birbirimize emanetiz” temasıyla kutlamış ve aynı hafta içerisindeki hutbede de
bu konuya temas edilmişti.
Hutbede:
“Doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle insanlık olarak
hepimiz büyük bir aileyiz. Hz. Âdem ile Havva’nın çocuklarıyız. Bizi yoktan var
eden, hilkatte eş, dinde kardeş kılan, hayat nimetini bizlere lütfeden Yüce
Allah’ın kullarıyız… Efendimiz (s.a.s)’in Ensar ve Muhacir arasında tesis ettiği
destansı kardeşlik hala diriliğini zihinlerimizde muhafaza etmektedir. Bu
kardeşlik sevgi, saygı, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ve özveri temellidir.
Geliniz, Efendimizin sahip olduğu ve ümmetine öğrettiği bu kardeşlik ve
birlikte yaşama ahlakını hayatımıza ne kadar yansıtabildiğimizi hep birlikte
sorgulayalım…” diye hutbe devam ediyordu.
O zaman ben Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu afişlerini
görünce birazda espriyle; “Aslında bunu,
‘Dünya bize, bizde birbirimize düşmanız’ şeklinde olmalıydı” diyordum.
Evet, gerçekten ümmet olarak maalesef durumumuz bu.
Birbirimize kardeş olup sahip çıkmamız, birbirimizin derdiyle dertlenip
kenetlenmemiz gerekirken, ALLAH (CC) ve Aziz resulünün emirlerinin tam aksine
hareket ederek, birbirimize düşmanlık yapıp duruyoruz.
Ümmetin vahim hali bugün ortada… İslam sancağı altında
birlik olup emperyalist ve siyonistlere karşı savaşacağımıza, birbirimizin
kanını akıtıyoruz. Ve bunu yaparken de maalesef olmadık gerekçeler uydurma
yoluna gidiliyor. Kur’an da, “Müminler
ancak kardeştir…” buyurulmasına rağmen Müslümanlara birbirlerini düşman,
İslam düşmanlarını kardeş görüp aynı safta kardeşlerine karşı savaşıyorlar ve
hiç sıkılmadan bununla da övünenler var. Biz artık düşman yerine birbirimizle
uğraşıp, birbirimize karşı tedbir almanın derdine düştük.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.): “Birbirinize buğz etmeyin, birbirinize haset
etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; Ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir
Müslümana, üç günden fazla din kardeşi ile dargın durması helâl olmaz.” -Buhârî, Edeb, 57, 58- buyuruyor.
Peki, biz Müslümanlar gerek devletler, gerekse toplum,
gerekse şahıs olarak bunun gibi binlerce emri ne kadar uyguluyoruz diye
kendimize sormamız gerekmez mi? Ümmetin perişan haline baktığımızda zaten
karnemiz ortaya çıkıyor. Ümmet coğrafyasının her tarafı kan, her tarafı viran,
her tarafı kıtlık ve açlık… İşin daha vahim olanı ise bunun cüz’i duyarlı
kesimler dışında kimsenin dert edinmemesi ve hayatın süt limanmış gibi devam
etmesidir.
Sadece savaş ve kıtlık olan coğrafyalarda mı durum bu? Tabi
ki değil. Maalesef insanlarımız batılı emperyalistlerin zamanında yaptıkları
“bencillik ve umursamazlık aşısı” öyle damarlarımıza, sinir uçlarımıza kadar
işlemiş ki; herkes sadece kendini düşünür olmuş ve ne Müslüman kardeşini ve ne ümmetin
halini düşünen kalmadı. Olan duyarlı insanlarımızda “zamanın gerisinde kalmış”
ve “saflık” ile suçlanıyor. Varsın bizler saflık ve geçmiş zamanın insanı
olarak suçlanalım. Önemli olan insanların ne dediği değil, ALLAH’ın razı olup
olmaması olmadır.
Toplumuzda da kardeşlik hukukunun hakkını yerine getirerek,
kardeşler olarak birbirimize destek ve yardım etmemiz gerekirken; maalesef
birbirimizin işini bozmak, yoluna taş koymak ve ayağını kaydırmak için
nefsimize yenik düşüyoruz. Kardeşlik bu değil! Bazen öyle şeyler yapıyoruz ki;
“Bunu ancak düşman yapar” demekten kendimizi alamıyoruz. Oysa üzüntümüzde bir,
sevincimizde bir olmalı. Beraber gülüp, beraber ağlamalıyız ki, sevincimiz
artsın, tasamız azalsın.
Selam ve dua ile…