Zorunlu eğitim, toplumdaki okuryazar oranını artırma, toplumsal hareketliliği ve eğitimde fırsat eşitliliği sağlama gibi sosyolojik boyutlara pozitif etki bıraktığı muhakkaktır. Lakin Türkiye’de zorunlu eğitime giden süreçte, ideolojik kaygıların ön planda tutulması ve istenilen kalıpta vatandaş üretme amacı, ülke sosyolojisinde beklenmedik birtakım sonuçları da beraberinde getirmiştir. Tek tipçi eğitim ülkedeki kültürel çeşitliliğe ciddi manada negatif etki bırakmıştır.

     Hiç şüphesiz zorunlu eğitimin Türkiye sosyolojisine yaşattığı en büyük olumsuzluk, ülkedeki kültürel çeşitliliği yasaklaması ve imha etmesidir. Zorunlu eğitimin devlet eliyle yürütülüyor olması, farklı inanç ve pratiklerin eğitime katkısını minimum seviyeye indirmiştir. Ayrıca eğitimin sadece Türkçe olarak verilmesi Kürtçe, Arapça ve Lazca gibi farklı dilleri neredeyse yok etme seviyesine getirmiştir. Öte yandan ideolojik eğitimin bir yerden sonra ezberci bir eğitime dönüşmesi ve özellikle sosyal bilimler gibi eleştirel düşünme becerisi talep eden alanlarda eğitimin salt ideolojik bir tekrara dönüşmesi, genç dimağların bilişsel çeşitliliğini de minimum seviyesine indirmiştir.

   Zorunlu eğitimin ülke sosyolojisine yaşattığı bir diğer olumsuzluk da eğitimde kalite sorununu ortaya çıkarması ve beraberinde getirdiği olumsuzluklardır. Her ne kadar okullaşma oranlarında sayısal artış meydana gelmişse de bu durum eğitimin nitelik boyutuna yansımamıştır. Zorunlu ideolojik eğitimin istenilen kalıpta vatandaşın üretme çabası bir yerden sonra eğitimde vasat bir çıktıya razı olma eğilimine dönüşmüş ve sonuç olarak eğitimde birinci kalite ürün hedefinden fersah fersah uzaklaşılmıştır. PISA gibi uluslararası sınav sonuçları Türk eğitim sisteminin bu hali pür melalini ortaya koymaktadır. Öte yandan okullarda verilen eğitim ile iş gücü piyasası arasındaki kopukluk da eğitim sisteminin kaliteden uzak halini ortaya koymaktadır. 12 yıllık zorunlu eğitimden geçmiş bir bireyin, bu eğitim sonucunda halkın tabiriyle ‘bir baltaya sap olmaması’ sorunu zorunlu eğitimi tekrar sorgulatır hale getirmiştir. Mesleki eğitimlerin çok sınırlı kalıyor olması, Türkiye’de 18 yaşına gelmiş milyonlarca gencin hayata hazırlıksız yakalanmasına neden olmaktadır. Böylece genç nesillerin yılları heba olmakta, ülke ekonomisine katkıda bulunacak dinamik enerji âtıl hale gelmektedir.

     Son olarak 12 yıllık zorunlu eğitimin ülke sosyolojisine “hediye” ettiği bir diğer sorun da okullarda yaşanan disiplin sorunları ve bunların okul dışına suç olarak taşınması durumudur. Ülkede herkesi zorunlu ideolojik eğitimden geçirme isteği, eğitim sisteminde öğrencilere bireysel ilgi gösterme imkânını kısıtlamaktadır. Özellikle lise döneminde, sınıfta zorla oturup ders dinlemek istemeyen öğrenciler tepkilerini sınıf içerisinde ve dışında disiplinsizlik yaparak göstermektedirler. Bu durum okullarda kavga ve şiddetin artmasına, işin kimi zaman çeteleşme boyutuna ulaşmasına ve nihayetinde okul dışına ciddi suçlar şeklinde taşmasına neden olmaktadır. Bilhassa sınıf içerisinde gerçekten ders dinlemeye çalışan öğrenciler de olumsuz etkilenmekte ve eğitimde kalitenin de düşmesine etki etmektedir.

    Sonuç olarak, bahsi geçen olumsuzluklar Türkiye’de zorunlu ideolojik eğitimin yaşattığı sosyolojik sorunlardan birkaçıdır. Özellikle ülkede kültürel ve bilişsel çeşitliliği yok edecek duruma getirmesi, eğitimde kaliteyi neredeyse ortadan kaldıracak hale gelmesi ve disiplinsizlik ile birlikte suç kavramını okulların ana gündem maddesi haline getirmesi bu sosyolojik sorunların önemli olanlarıdır. Hiç şüphesiz bu sorunları tersinden çevirmenin yolu da bu sorunların kaynağı olan zorunlu ideolojik eğitimden vazgeçmekle mümkün olacaktır. Alternatif eğitim kurumların varlığı, zorunlu eğitimin en azından süresinin azaltılması ve özellikle okumaya hevesi olmayan liseli gençler için iş sahasında tecrübe kazanabilecekleri alternatif ortamların oluşturulması Türkiye’mizin geleceğine önemli katkılarda bulunacaktır.